DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN – Nihat Behram

Kitap 09.04.2020 - 21:56, Güncelleme: 01.12.2021 - 20:21 3469+ kez okundu.
 

DARAĞACINDA ÜÇ FİDAN – Nihat Behram

Altı sıfırın hayatımızdan henüz çıkmadığı uzun rakamlı yıllarda, milenyuma girişimizin ikinci günü yani 02 Ocak 2000 tarihinde Karşıyaka sahilinden çok sevdiğim arkadaşım Yonca ile almıştım bu kitabı.
Adımın ilham kaynağı Deniz Gezmiş’i ve serüvenini çok merak ediyordum. Merak ediyordum çünkü devlet yurdunda kaldığım kısa dönem boyunca adımın Deniz, soyadımın Gezginci olmasından dolayı üniversite yurdunda ülkücü öğrenciler  tarafından devamlı tacize uğruyordum.   O yıllarda şu sorunun cevaplarını arıyordum. “Kimdi bu Deniz Gezmiş ve arkadaşları?” Tam bağımsız bir Türkiye istedikleri için, emperyalizme karşı koydukları için, Atatürk ilke ve devrimlerini savundukları için asılmışlardı biliyordum ama asılmış  olmalarına rağmen sağ kesimin bu kini, bu öfkesi neden hala dinmemişti onu kıvıramıyor, merak ediyordum.   İşte bu duygularla elime aldım Nihat Behram’ın “Darağacında Üç Fidan” kitabını ve okumaya başladım.  Kitapta altını çizdiğim yerleri de sizlerle paylaşmak istedim. Biliyorum belki biraz uzun oldu, belki de dijital ortamda bu kadar uzun metinler okumaya artık tahammül edemiyorsunuz ama özellikle bu kitabı daha önce okumayanların bir on dakikasını ayırıp okumasını tavsiye ederim.   Öncelikle bu yapıt,  Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan  adındaki üç gencin darağacında can verişlerinin dördüncü yılı olan 1976 senesinde, 18 gün süren olaylı bir yazı dizisinin ardından kitaplaştırılmış. Bu kararı alanlar vicdanlarındaki yaradan dolayı mı yoksa gerçeklerin ortaya çıkmasını istemediklerinden ötürü mü bilinmez, dizinin yayını süresince her gün ağır cezalık davalar açılmış, toplatma kararları verilmiş. Kitaplaşan yapıt ağır baskılara uğramış.    12 Mart hukuk anlayışının bir göstergesi ve sonucu olan bu infazlar, yıllarca kamuoyunun vicdanını rahatsız etmiş ve etmeye devam etmektedir.    Gelelim kitap ile ilgili altını çizdiğim notlara…   - Bu dizi henüz kitaplaşmamışken yani yazar Nihat Behram (Behramoğlu) tarafından kaleme alındığı sırada belki de Türk basın tarihinde ilk defa, eşine az rastlanır bir uygulama yaşandı. Vatan Gazetesinin künyesinde Yazı İşleri bölümünün altında “Dördüncü Sayfadan Sorumlu Müdür Nihat Behramoğlu” diye ayrıca bir  bölüm açıldı. Böylece dizinin sorumluluğunu yazar tek başına yüklenmiş olup, Vatan gazetesi yöneticileri başına gelebilecek olası baskılardan böylece yırtacaktı. Anlayacağınız yine olan yazara olacaktı.   - Ataol Behramoğlu’nun ağabeyi Nihat Behram (Behramoğlu) o dönem Türkiye’nin gündemine ve aynı zamanda çok satanlar listesinin başına oturan kitabının gelirini düşünceleri nedeni ile ceza evinde yatanlara bağışladı.   - Yazar Nihat Behram yazdıklarından ötürü 12 Mart döneminde iki yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde bakanlar kurulu kararıyla T.C. vatandaşlığından çıkarıldı. Uzun yıllar yurdundan uzakta yaşamak zorunda kalan Behram, 17 yıllık politik sürgünlükten sonra 1996 yılında yurduna dönebildi. Yurda döner dönmez yeniden gözaltına alındı ancak beraat kararının kanıtlanması sonucu serbest bırakıldı.   - 12 Mart döneminin karanlık günlerinde 6 Mayıs 1972 sabahı darağacına çıkarılan üç gencin infaz haberini veren spiker, “Haberi okurken sesi titredi” gerekçesi ile işten uzaklaştırıldı.   - Kitabın yedinci basımının kurşun dizgilerine baskı makinesinden sökülerek el konuldu.    - Behram’ın bu yapıtı 1988 yılında “Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar” adıyla yeniden yayımlandı.   -  Türkiye’de siyasal cinayetler 25 Temmuz 1968 yılında Vedat Demircioğlu’nun öldürülmesi ile başladı.    - Gençler en başından beri ailelerine ve yakınlarına bir gün başlarına böyle bir olayın geleceğini söylerken, Hüseyin İnan’ın başına şöyle bir olay geldi. Hüseyin köyüne geldiği bir gün üstüne örttüğü yorganın kısa gelmesi karşısında, anasının eğilip Hüseyin’i öperek “Üzülme oğlum, yarın yorganını uzatırım” dediğini anlatıyor babası. Hüseyin, “Benim için böyle bir zahmete girmeyin, belki bu eve son gelişimdir” diye cevaplıyor annesini.   - 12 Mart Muhtırasıyla birlikte gençlerin eylemleri de yoğunluk kazandı. Bir süre sonra Ankara’dan ayrıldılar. Şarkışla’ya doğru yola çıktılar. Elazığ yöresinde bir köprüde kendileriyle birlikte Ankara’dan ayrılan Sinan’la buluşacaklardı, Nurhak Dağları’ndaki barınaklara gideceklerdi. Şarkışla’da bir kuşku üzerine çevrildiler. İsteseler ellerindeki otomatik silahlarla kendilerini çevirenlerden bir anda sıyrılabilirlerdi. O güne dek silahlarını öldürmek için ateşlememişlerdi.   - Meclisteki milletvekilleri, mahkemenin son kararını onaylayarak üç gencin idam edilmesi için onayı verdi. Aynı günlerde İsmet İnönü, görüşmelerde usule aykırılık olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi’nde “kararı iptal” davası açtı. Anayasa Mahkemesi kararı usul yönünden bozdu. TBMM ikinci kez görüşmelerinde “infaz” kararı onandı. Bu kararı dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da onaylayınca, karar hemen Resmi Gazete ’de yayınlandı.   - Savunmalarını almak üzere duruşma yargıcının karşısına çıkan Cemil oğlu, 1947 doğumlu, Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Deniz Gezmiş; “Mahkemeye asla güvenim yoktur. Mahkeme diye böyle bir yerde bulunmaktan utanç duyuyorum” dedi.  Ankara ODTÜ fizik bölümü 2. Sınıf öğrencisi Yusuf Aslan; “Mahkemeye güvenim yoktur” derken, ODTÜ’den ayrılma Hüseyin İnan; “Mahkemeye güvenim yoktur. Sıkıyönetim Mahkemeleri’ni yargı organı olarak kabul etmiyorum” diyecekti. Hüseyin “İddianameyi okuduğum zaman cezanın suça değil, suçun cezaya uydurulduğunu gördüm” diyecekti.   - Avukat Orhan İzzet Kök, idam kararı çıkan gençleri son ziyaretinde üç gençle de tek tek görüştü. Bu onları son görüşüydü. Gençler, infazlarla, dışarıdaki politik ortamla ilgili bazı şeyler sordular. Tam ayrılacağı sırada belki de birkaç gün sonra öleceğini bilen Hüseyin avukattan ilginç bir istekte bulundu. Bu istek; Toprak ve Tarım Reformu Ön Tedbirler Yasa Tasarısı’ndan bir tane elde edip kendisine getirmesiydi. Tasarının köylüye ne getirip ne götürdüğünü öğrenmek istiyordu. Her an ölüme götürülmesini bekleyen bir insan, o zamana kadar hücresinde, adı reform olan bir toprak yasasını okumak istiyordu.    - Avukat Halit Çelenk ve Mükerrem Erdoğan da üç fidanın avukatlığını yapan isimler arasında yer aldı.   - Üç gencin infaz edildiği gün takvim yaprakları mayısın altısını gösteriyordu. Yani “Hıdrellez” Yerleşmiş İslam inancına göre Hıdır ile İlyas peygamberin her yıl buluştuklarına inanılan gün. Hani Allah’ın verdiği canı sadece Allah’ın alabileceğinin yazdığı kitabın inancı.  Tesadüf oydu ki infaz odasında dakikalar sonra ölüme gideceğini bilen Hüseyin o an babasını düşünüyordu ve babasının adı “Hıdır İnan” idi.   - Yusuf Aslan son mektuplarını dört gün önce ceza evindeki hücresinde yazmış, koynuna koymuştu. Mektupları infaz savcısı aldı. Yusuf; “Mektuplarımı yerlerine verecek misiniz?” diye sordu. İnfaz savcısı; “Elbette vereceğiz, bize güvenin yok mu?” diye yanıtladı. Yusuf gülümseyerek, “Niye güvenim olsun?” karşılığını verdi. Yusuf’un babasına yazdığı son mektubu yerine verilmişti, fakat köyüne ve akrabalarına yazdığı mektup yerine verilmedi. Yusuf’un infaz savcısına, “Niye güvenim olsun?” karşılığı daha sonra haklılık kazanmıştı.   - Ne yazık ki bir mucize olmadı ve infazlar gerçekleşti. Birlikte yaşayan, birlikte ölen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in, birlikte gömülmesi de “emir böyle” olduğu için engellenmişti. Anlayacağınız gençlerin ölülerinin yan yana gelmelerinden bile korkmuşlardı.   - İnfazların ardından haberi ilk veren spiker, huzurundan edildi. Mezarlığa ilk giden genç tutuklandı. Sokakta bağıran ilk kadın alınıp götürüldü. Ve binlerce insan yer altı yatağında akan bir dere gibi, içinde yaşadı duygularını.   - O zamanın üniversite gençleri çok okuyor, dünya meselelerine kafa yoruyorlardı. Hapishaneye girdiklerinde bile son günlerine kadar büyük bir ısrarla kitap istiyorlardı. Özellikle romanlara meraklı olan Deniz babası ile son görüşmesinde babasından Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını istemişti.     -  Hukukçulara göre bir bankanın soyulmasının, dört Amerikalı erin kaçırılmasının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tebdil, tağyir ve ilga edeceğini, bir hukukçunun anlaması ve kabullenmesi olanak dışı bir şeydi.   - Derdesti rüyet  =  Görülmekte olan, incelenmekte olan anlamında kullanılan bir hukuk terimi (Bu dava halkımızın yüreğinde 6 Mayıs 1972 sabahından beri “derdesti rüyet”tir.   Darağacında Üç Fidan ile ilgili aldığım notları sizlerle paylaşmak istedim. Ve ben ne zaman hayatla ilgili umutsuzluğa düşsem bu üç gencin hikayesini okur, asılacaklarını bile bile mücadelelerinden vazgeçmeyen, düşüncelerinden ödün vermeyen bu üç fidanın umudu, umudum olur.   Deniz GEZGİNCİ
Altı sıfırın hayatımızdan henüz çıkmadığı uzun rakamlı yıllarda, milenyuma girişimizin ikinci günü yani 02 Ocak 2000 tarihinde Karşıyaka sahilinden çok sevdiğim arkadaşım Yonca ile almıştım bu kitabı.

Adımın ilham kaynağı Deniz Gezmiş’i ve serüvenini çok merak ediyordum. Merak ediyordum çünkü devlet yurdunda kaldığım kısa dönem boyunca adımın Deniz, soyadımın Gezginci olmasından dolayı üniversite yurdunda ülkücü öğrenciler  tarafından devamlı tacize uğruyordum.

 

O yıllarda şu sorunun cevaplarını arıyordum. “Kimdi bu Deniz Gezmiş ve arkadaşları?” Tam bağımsız bir Türkiye istedikleri için, emperyalizme karşı koydukları için, Atatürk ilke ve devrimlerini savundukları için asılmışlardı biliyordum ama asılmış  olmalarına rağmen sağ kesimin bu kini, bu öfkesi neden hala dinmemişti onu kıvıramıyor, merak ediyordum.

 

İşte bu duygularla elime aldım Nihat Behram’ın “Darağacında Üç Fidan” kitabını ve okumaya başladım.  Kitapta altını çizdiğim yerleri de sizlerle paylaşmak istedim. Biliyorum belki biraz uzun oldu, belki de dijital ortamda bu kadar uzun metinler okumaya artık tahammül edemiyorsunuz ama özellikle bu kitabı daha önce okumayanların bir on dakikasını ayırıp okumasını tavsiye ederim.

 

Öncelikle bu yapıt,  Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan  adındaki üç gencin darağacında can verişlerinin dördüncü yılı olan 1976 senesinde, 18 gün süren olaylı bir yazı dizisinin ardından kitaplaştırılmış. Bu kararı alanlar vicdanlarındaki yaradan dolayı mı yoksa gerçeklerin ortaya çıkmasını istemediklerinden ötürü mü bilinmez, dizinin yayını süresince her gün ağır cezalık davalar açılmış, toplatma kararları verilmiş. Kitaplaşan yapıt ağır baskılara uğramış. 

 

12 Mart hukuk anlayışının bir göstergesi ve sonucu olan bu infazlar, yıllarca kamuoyunun vicdanını rahatsız etmiş ve etmeye devam etmektedir. 

 

Gelelim kitap ile ilgili altını çizdiğim notlara…

 

- Bu dizi henüz kitaplaşmamışken yani yazar Nihat Behram (Behramoğlu) tarafından kaleme alındığı sırada belki de Türk basın tarihinde ilk defa, eşine az rastlanır bir uygulama yaşandı. Vatan Gazetesinin künyesinde Yazı İşleri bölümünün altında “Dördüncü Sayfadan Sorumlu Müdür Nihat Behramoğlu” diye ayrıca bir  bölüm açıldı. Böylece dizinin sorumluluğunu yazar tek başına yüklenmiş olup, Vatan gazetesi yöneticileri başına gelebilecek olası baskılardan böylece yırtacaktı. Anlayacağınız yine olan yazara olacaktı.

 

- Ataol Behramoğlu’nun ağabeyi Nihat Behram (Behramoğlu) o dönem Türkiye’nin gündemine ve aynı zamanda çok satanlar listesinin başına oturan kitabının gelirini düşünceleri nedeni ile ceza evinde yatanlara bağışladı.

 

- Yazar Nihat Behram yazdıklarından ötürü 12 Mart döneminde iki yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde bakanlar kurulu kararıyla T.C. vatandaşlığından çıkarıldı. Uzun yıllar yurdundan uzakta yaşamak zorunda kalan Behram, 17 yıllık politik sürgünlükten sonra 1996 yılında yurduna dönebildi. Yurda döner dönmez yeniden gözaltına alındı ancak beraat kararının kanıtlanması sonucu serbest bırakıldı.

 

- 12 Mart döneminin karanlık günlerinde 6 Mayıs 1972 sabahı darağacına çıkarılan üç gencin infaz haberini veren spiker, “Haberi okurken sesi titredi” gerekçesi ile işten uzaklaştırıldı.

 

- Kitabın yedinci basımının kurşun dizgilerine baskı makinesinden sökülerek el konuldu. 

 

- Behram’ın bu yapıtı 1988 yılında “Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar” adıyla yeniden yayımlandı.

 

-  Türkiye’de siyasal cinayetler 25 Temmuz 1968 yılında Vedat Demircioğlu’nun öldürülmesi ile başladı. 

 

- Gençler en başından beri ailelerine ve yakınlarına bir gün başlarına böyle bir olayın geleceğini söylerken, Hüseyin İnan’ın başına şöyle bir olay geldi. Hüseyin köyüne geldiği bir gün üstüne örttüğü yorganın kısa gelmesi karşısında, anasının eğilip Hüseyin’i öperek “Üzülme oğlum, yarın yorganını uzatırım” dediğini anlatıyor babası. Hüseyin, “Benim için böyle bir zahmete girmeyin, belki bu eve son gelişimdir” diye cevaplıyor annesini.

 

- 12 Mart Muhtırasıyla birlikte gençlerin eylemleri de yoğunluk kazandı. Bir süre sonra Ankara’dan ayrıldılar. Şarkışla’ya doğru yola çıktılar. Elazığ yöresinde bir köprüde kendileriyle birlikte Ankara’dan ayrılan Sinan’la buluşacaklardı, Nurhak Dağları’ndaki barınaklara gideceklerdi. Şarkışla’da bir kuşku üzerine çevrildiler. İsteseler ellerindeki otomatik silahlarla kendilerini çevirenlerden bir anda sıyrılabilirlerdi. O güne dek silahlarını öldürmek için ateşlememişlerdi.

 

- Meclisteki milletvekilleri, mahkemenin son kararını onaylayarak üç gencin idam edilmesi için onayı verdi. Aynı günlerde İsmet İnönü, görüşmelerde usule aykırılık olduğu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi’nde “kararı iptal” davası açtı. Anayasa Mahkemesi kararı usul yönünden bozdu. TBMM ikinci kez görüşmelerinde “infaz” kararı onandı. Bu kararı dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da onaylayınca, karar hemen Resmi Gazete ’de yayınlandı.

 

- Savunmalarını almak üzere duruşma yargıcının karşısına çıkan Cemil oğlu, 1947 doğumlu, Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Deniz Gezmiş; “Mahkemeye asla güvenim yoktur. Mahkeme diye böyle bir yerde bulunmaktan utanç duyuyorum” dedi.  Ankara ODTÜ fizik bölümü 2. Sınıf öğrencisi Yusuf Aslan; “Mahkemeye güvenim yoktur” derken, ODTÜ’den ayrılma Hüseyin İnan; “Mahkemeye güvenim yoktur. Sıkıyönetim Mahkemeleri’ni yargı organı olarak kabul etmiyorum” diyecekti. Hüseyin “İddianameyi okuduğum zaman cezanın suça değil, suçun cezaya uydurulduğunu gördüm” diyecekti.

 

- Avukat Orhan İzzet Kök, idam kararı çıkan gençleri son ziyaretinde üç gençle de tek tek görüştü. Bu onları son görüşüydü. Gençler, infazlarla, dışarıdaki politik ortamla ilgili bazı şeyler sordular. Tam ayrılacağı sırada belki de birkaç gün sonra öleceğini bilen Hüseyin avukattan ilginç bir istekte bulundu. Bu istek; Toprak ve Tarım Reformu Ön Tedbirler Yasa Tasarısı’ndan bir tane elde edip kendisine getirmesiydi. Tasarının köylüye ne getirip ne götürdüğünü öğrenmek istiyordu. Her an ölüme götürülmesini bekleyen bir insan, o zamana kadar hücresinde, adı reform olan bir toprak yasasını okumak istiyordu. 

 

- Avukat Halit Çelenk ve Mükerrem Erdoğan da üç fidanın avukatlığını yapan isimler arasında yer aldı.

 

- Üç gencin infaz edildiği gün takvim yaprakları mayısın altısını gösteriyordu. Yani “Hıdrellez” Yerleşmiş İslam inancına göre Hıdır ile İlyas peygamberin her yıl buluştuklarına inanılan gün. Hani Allah’ın verdiği canı sadece Allah’ın alabileceğinin yazdığı kitabın inancı.  Tesadüf oydu ki infaz odasında dakikalar sonra ölüme gideceğini bilen Hüseyin o an babasını düşünüyordu ve babasının adı “Hıdır İnan” idi.

 

- Yusuf Aslan son mektuplarını dört gün önce ceza evindeki hücresinde yazmış, koynuna koymuştu. Mektupları infaz savcısı aldı. Yusuf; “Mektuplarımı yerlerine verecek misiniz?” diye sordu. İnfaz savcısı; “Elbette vereceğiz, bize güvenin yok mu?” diye yanıtladı. Yusuf gülümseyerek, “Niye güvenim olsun?” karşılığını verdi. Yusuf’un babasına yazdığı son mektubu yerine verilmişti, fakat köyüne ve akrabalarına yazdığı mektup yerine verilmedi. Yusuf’un infaz savcısına, “Niye güvenim olsun?” karşılığı daha sonra haklılık kazanmıştı.

 

- Ne yazık ki bir mucize olmadı ve infazlar gerçekleşti. Birlikte yaşayan, birlikte ölen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in, birlikte gömülmesi de “emir böyle” olduğu için engellenmişti. Anlayacağınız gençlerin ölülerinin yan yana gelmelerinden bile korkmuşlardı.

 

- İnfazların ardından haberi ilk veren spiker, huzurundan edildi. Mezarlığa ilk giden genç tutuklandı. Sokakta bağıran ilk kadın alınıp götürüldü. Ve binlerce insan yer altı yatağında akan bir dere gibi, içinde yaşadı duygularını.

 

- O zamanın üniversite gençleri çok okuyor, dünya meselelerine kafa yoruyorlardı. Hapishaneye girdiklerinde bile son günlerine kadar büyük bir ısrarla kitap istiyorlardı. Özellikle romanlara meraklı olan Deniz babası ile son görüşmesinde babasından Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını istemişti.  

 

-  Hukukçulara göre bir bankanın soyulmasının, dört Amerikalı erin kaçırılmasının Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tebdil, tağyir ve ilga edeceğini, bir hukukçunun anlaması ve kabullenmesi olanak dışı bir şeydi.

 

- Derdesti rüyet  =  Görülmekte olan, incelenmekte olan anlamında kullanılan bir hukuk terimi (Bu dava halkımızın yüreğinde 6 Mayıs 1972 sabahından beri “derdesti rüyet”tir.

 

Darağacında Üç Fidan ile ilgili aldığım notları sizlerle paylaşmak istedim. Ve ben ne zaman hayatla ilgili umutsuzluğa düşsem bu üç gencin hikayesini okur, asılacaklarını bile bile mücadelelerinden vazgeçmeyen, düşüncelerinden ödün vermeyen bu üç fidanın umudu, umudum olur.

 

Deniz GEZGİNCİ

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve munihinsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.