YÜZYILLIK YALNIZLIK – Gabriel Garcia Marquez

Kitap 04.12.2020 - 19:51, Güncelleme: 01.12.2021 - 20:21 1710+ kez okundu.
 

YÜZYILLIK YALNIZLIK – Gabriel Garcia Marquez

"İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa o adam o toprağın insanı değildir." Benim gibi yıllardır anavatanından uzakta yaşayan biri iseniz Jose Arcadio Buendia’nın bu sözü nefesinizi keser ve yüzlerce sayfalık kitapta aklınızda kalan en çarpıcı cümle olarak kalır. En azından benim öyle oldu.
"İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa o adam o toprağın insanı değildir." Benim gibi yıllardır anavatanından uzakta yaşayan biri iseniz Jose Arcadio Buendia’nın bu sözü nefesinizi keser ve yüzlerce sayfalık kitapta aklınızda kalan en çarpıcı cümle olarak kalır. En azından benim öyle oldu.   Uzun süredir okumak istediğim,  1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış olan romanı Augsburg’ta gazeteci Merdan Yanardağ’ın bir söyleşisine haber için gittiğimde iyice merak etmiştim. Yanardağ konuşmasının bir bölümünde Türkiye’de Cumhuriyetin göz göre göre cinayete kurban gittiğini ve buna kimsenin ses çıkarmadığını şu cümlelerle belirtmişti; “Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında cinayetin işleneceğini herkes bilir. Katiller de onu öldüreceklerini söylerler. Gününü ve saatini verirler. Herkesin önünde onu bıçaklayacakları bıçağı satın alırlar. Hatta gittikleri kahvede bunu anlatırlar. Ama hiç kimse hiçbir şey yapamaz. Kimse Santiago Nasar’a kıyacaklarına ihtimal vermez.  İnanmazlar böyle bir cinayetin işleneceğine. İşte bizim de Cumhuriyetimiz aynen böyle bir suikasta kurban gitti”   Yanardağ o gün Kırmızı Pazartesi ile Yüzyıllık Yalnızlık’ı karıştırmıştı belki ama benim kitabı okuma listemin başına almamı sağlamıştı.   Gabriel Garcia Marquez’in çocukluğumda etkilendiğim olayları edebiyatla anlatmaya çalıştım dediği kitap sizi ilk sayfasında “Buendia Ailesinin Soyağacı” ile karşılıyor. Kitabı okurken neredeyse her sayfasında bu soy ağacına ihtiyacınız oluyor çünkü yedi nesil süren hikâyede karakter isimleri her nesilde tekrar edip durduğu için insan bazen ipin ucunu kaçırabiliyor. Neyse ki kitabın sonuna üç dört sayfa boşluk bırakmışlar ki notlarınızı oraya alıp işin içinden çıkabiliyorsunuz. Ya da çıktığınızı zannediyorsunuz.  Zira okuyucuyu yoran bir kitap (en azından beni yordu). Olayların akışına hakim olmak zorundasınız. İlginiz başka bir yere daldığı anda kitabın akışı ile aranızda boşluklar oluşmaya başlayabilir.   Macondo kasabasında geçen hikâye bir ailenin yıllarca ne yiyip ne içip nasıl yaşadığından ziyade ailenin her bir ferdinin iç dünyasını, aile ile olan ilişkisini, ailenin kasabadaki hayatı nasıl etkilediğini veya kasabanın ailenin yaşantısını nasıl şekillendirdiğini anlatıyor. Kitabın ana teması ise;  “Zamanın insanlar üzerindeki durdurulamaz ve kaçınılmaz etkisi” Kitabın zor okunuyor olması hikâyenin kötü anlatılmış olması demek değil elbet. Yoksa Nobel ödülünü alıp bu başarıyı yakalaması tesadüf değil. Dünya çapında yaklaşık 50 milyon satış yapmış olan roman en az 44 dilde yayınlanmış. Ayrıca Don Kişot’tan sonra İspanyol edebiyatında en çok çevrilmiş edebi yapıt olarak adlandırılmış. Bu nedenle okurken pes edilmemeli, kalem kâğıt eşliğinde notlar alarak okumaya devam edilmeli diye düşünüyorum. Henüz okumayanlar için keyifli okumalar diliyorum. Kitapta bilmediğim ya da bana ilginç geldiği için altını çizdiğim kelimeler şöyle;   Cılk yara: Yaranın ciltte belirdiği ilk hali. Kabuk tutmamış, içteki dokuların belli olduğu, kanaması devam eden ve gözle görülen açık yara. (Geçmek bilmez cılk yaralarla kaplandı)   Usturlab:  Antik Yunan döneminden 18. yüzyıla kadar astronomi ölçümlerinde ve matematiksel hesaplamalarda kullanılmış, mekanik bir ölçüm cihazıdır. (Usturlabın yenisini yapıp köyün bütün erkeklerini odacığına topladı.   İskorbüt: C vitamini eksikliğiyle kendini gösteren, halsizlik ve dişetlerinin çekilmesiyle kendini gösteren hastalık.   Terütaze: Çok taze, çok körpe  (Dişleri inci gibi pırıl pırıl, terütaze Melquiades’i seyre koyuldu)   Kavilleşmek:  Anlaşmak, kararlaştırmak, sözbirliği etmek, sözleşmek. (Kalanını tuzlayıp ileriki günlere saklamak için kavilleştiler)   Ölgün: Canlılığı, diriliği, tazeliği ya da sertliği kalmamış, pörsümüş, solmuş. (Ateş böceklerinin ölgün parıltısıyla aydınlanan)   Çergi:  Göçebe çadırı, tente. (Her zaman çergisini kurduğu yere)   Humma: Ateşli hastalık ya da ateşli hastalık nöbeti. (Singapur limanında hummadan öldüğünü)   Kerteriz almak: Bir yerin hangi yönde ya da geminin hangi noktada bulunduğunu gemi pusulasıyla ölçmek. (Yanlış bir yatağı kerteriz almamak için el yordamıyla yatak odasının kapısını arıyordu)   Semender: Ateşte yanmadığına, ateşe atıldığında ateşi söndürdüğüne inanılan, kertenkeleye benzediği belirtilen söylencesel hayvan. (Çocuk gerçi semender gibi soluk tenli.. )   Käm almak: “Ne kadar az uyusak o kadar iyi, böylece hayattan daha çok kam alırız”   Yel yepelek: Yırtık pırtık, darmadağın (Babası yel yepelek gelip çocukluğunun en önemli anılarını bili unuttuğundan dert yanınca)   Muştulamak: Sevindirici haber vermek. (Haberleri muştuladı)   Berhane:  Büyük, harap, kullanışsız ev. (Melquiades’in görünmez varlığıyla ev bomboş, koskoca bir berhaneye döndü)   Yeğ tutmak: Bir şeyi hepsinden daha iyi, daha üstün sayıp ona yönelmek, yeğlemek. (Bu adama oyuncaklarını yeğ tutuyordu)   Zifaf gecesi: Gerdek gecesi (Önüne gelene zifaf gecesi başına geleceklerden söz etmek istiyordu)   Tevarüs etmek: Kalıtım yoluyla birinden ötekine geçmek. (Dedesinin öğreticilik hevesini tevarüs etmiş olan)   Güherçile: Simgesi KNO3 olan, doğada özellikle Hindistan’da ve Mısır’da bulunan, tarımda gübre, hekimlikte ilaç olarak kullanılan, barut gibi patlayıcı maddeler yapımına yarayan, ak renkte ve billur durumunda bileşik bir madde. (Eşyalara mezarların güherçile kokusunu sindirdi)   Tirendaz: Temiz ve zarif giyinmiş (kimse). (Temiz tirendaz biriyken)   Hevenk: Bir ipe geçirilerek dizilmiş, bir çubuğa ya da birbirine bağlanmış yaş meyve ya da sebze bağı. (Birinci hevengi bitirdiği zaman bir daha istedi)   Velosipet: Halk diliyle velespit, bisiklet (Velosipet katlanıp özel bir kutuya konulduğu için)     Deniz Gezginci denizgezginci@hotmail.com   Münihin Sesi Sosyal Medya adresleri; FacebookSayfa➤ https://www.facebook.com/munihinsesi Instagram➤ https://www.instagram.com/munihinsesi FacebookGrup➤ https://www.facebook.com/groups/munihinsesi Youyube ➤ https://www.youtube.com/munihinsesi WhatsAppGrup ➤ +905368638699      
"İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa o adam o toprağın insanı değildir." Benim gibi yıllardır anavatanından uzakta yaşayan biri iseniz Jose Arcadio Buendia’nın bu sözü nefesinizi keser ve yüzlerce sayfalık kitapta aklınızda kalan en çarpıcı cümle olarak kalır. En azından benim öyle oldu.

"İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa o adam o toprağın insanı değildir." Benim gibi yıllardır anavatanından uzakta yaşayan biri iseniz Jose Arcadio Buendia’nın bu sözü nefesinizi keser ve yüzlerce sayfalık kitapta aklınızda kalan en çarpıcı cümle olarak kalır. En azından benim öyle oldu.

 

Uzun süredir okumak istediğim,  1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü almış olan romanı Augsburg’ta gazeteci Merdan Yanardağ’ın bir söyleşisine haber için gittiğimde iyice merak etmiştim. Yanardağ konuşmasının bir bölümünde Türkiye’de Cumhuriyetin göz göre göre cinayete kurban gittiğini ve buna kimsenin ses çıkarmadığını şu cümlelerle belirtmişti; “Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında cinayetin işleneceğini herkes bilir. Katiller de onu öldüreceklerini söylerler. Gününü ve saatini verirler. Herkesin önünde onu bıçaklayacakları bıçağı satın alırlar. Hatta gittikleri kahvede bunu anlatırlar. Ama hiç kimse hiçbir şey yapamaz. Kimse Santiago Nasar’a kıyacaklarına ihtimal vermez.  İnanmazlar böyle bir cinayetin işleneceğine. İşte bizim de Cumhuriyetimiz aynen böyle bir suikasta kurban gitti”   Yanardağ o gün Kırmızı Pazartesi ile Yüzyıllık Yalnızlık’ı karıştırmıştı belki ama benim kitabı okuma listemin başına almamı sağlamıştı.

 

Gabriel Garcia Marquez’in çocukluğumda etkilendiğim olayları edebiyatla anlatmaya çalıştım dediği kitap sizi ilk sayfasında “Buendia Ailesinin Soyağacı” ile karşılıyor. Kitabı okurken neredeyse her sayfasında bu soy ağacına ihtiyacınız oluyor çünkü yedi nesil süren hikâyede karakter isimleri her nesilde tekrar edip durduğu için insan bazen ipin ucunu kaçırabiliyor. Neyse ki kitabın sonuna üç dört sayfa boşluk bırakmışlar ki notlarınızı oraya alıp işin içinden çıkabiliyorsunuz. Ya da çıktığınızı zannediyorsunuz.  Zira okuyucuyu yoran bir kitap (en azından beni yordu). Olayların akışına hakim olmak zorundasınız. İlginiz başka bir yere daldığı anda kitabın akışı ile aranızda boşluklar oluşmaya başlayabilir.

 

Macondo kasabasında geçen hikâye bir ailenin yıllarca ne yiyip ne içip nasıl yaşadığından ziyade ailenin her bir ferdinin iç dünyasını, aile ile olan ilişkisini, ailenin kasabadaki hayatı nasıl etkilediğini veya kasabanın ailenin yaşantısını nasıl şekillendirdiğini anlatıyor. Kitabın ana teması ise;  “Zamanın insanlar üzerindeki durdurulamaz ve kaçınılmaz etkisi”



Kitabın zor okunuyor olması hikâyenin kötü anlatılmış olması demek değil elbet. Yoksa Nobel ödülünü alıp bu başarıyı yakalaması tesadüf değil. Dünya çapında yaklaşık 50 milyon satış yapmış olan roman en az 44 dilde yayınlanmış. Ayrıca Don Kişot’tan sonra İspanyol edebiyatında en çok çevrilmiş edebi yapıt olarak adlandırılmış. Bu nedenle okurken pes edilmemeli, kalem kâğıt eşliğinde notlar alarak okumaya devam edilmeli diye düşünüyorum.



Henüz okumayanlar için keyifli okumalar diliyorum.



Kitapta bilmediğim ya da bana ilginç geldiği için altını çizdiğim kelimeler şöyle;

 

Cılk yara: Yaranın ciltte belirdiği ilk hali. Kabuk tutmamış, içteki dokuların belli olduğu, kanaması devam eden ve gözle görülen açık yara. (Geçmek bilmez cılk yaralarla kaplandı)

 

Usturlab:  Antik Yunan döneminden 18. yüzyıla kadar astronomi ölçümlerinde ve matematiksel hesaplamalarda kullanılmış, mekanik bir ölçüm cihazıdır. (Usturlabın yenisini yapıp köyün bütün erkeklerini odacığına topladı.

 

İskorbüt: C vitamini eksikliğiyle kendini gösteren, halsizlik ve dişetlerinin çekilmesiyle kendini gösteren hastalık.

 

Terütaze: Çok taze, çok körpe  (Dişleri inci gibi pırıl pırıl, terütaze Melquiades’i seyre koyuldu)

 

Kavilleşmek:  Anlaşmak, kararlaştırmak, sözbirliği etmek, sözleşmek. (Kalanını tuzlayıp ileriki günlere saklamak için kavilleştiler)

 

Ölgün: Canlılığı, diriliği, tazeliği ya da sertliği kalmamış, pörsümüş, solmuş. (Ateş böceklerinin ölgün parıltısıyla aydınlanan)

 

Çergi:  Göçebe çadırı, tente. (Her zaman çergisini kurduğu yere)

 

Humma: Ateşli hastalık ya da ateşli hastalık nöbeti. (Singapur limanında hummadan öldüğünü)

 

Kerteriz almak: Bir yerin hangi yönde ya da geminin hangi noktada bulunduğunu gemi pusulasıyla ölçmek. (Yanlış bir yatağı kerteriz almamak için el yordamıyla yatak odasının kapısını arıyordu)

 

Semender: Ateşte yanmadığına, ateşe atıldığında ateşi söndürdüğüne inanılan, kertenkeleye benzediği belirtilen söylencesel hayvan. (Çocuk gerçi semender gibi soluk tenli.. )

 

Käm almak: “Ne kadar az uyusak o kadar iyi, böylece hayattan daha çok kam alırız”

 

Yel yepelek: Yırtık pırtık, darmadağın (Babası yel yepelek gelip çocukluğunun en önemli anılarını bili unuttuğundan dert yanınca)

 

Muştulamak: Sevindirici haber vermek. (Haberleri muştuladı)

 

Berhane:  Büyük, harap, kullanışsız ev. (Melquiades’in görünmez varlığıyla ev bomboş, koskoca bir berhaneye döndü)

 

Yeğ tutmak: Bir şeyi hepsinden daha iyi, daha üstün sayıp ona yönelmek, yeğlemek. (Bu adama oyuncaklarını yeğ tutuyordu)

 

Zifaf gecesi: Gerdek gecesi (Önüne gelene zifaf gecesi başına geleceklerden söz etmek istiyordu)

 

Tevarüs etmek: Kalıtım yoluyla birinden ötekine geçmek. (Dedesinin öğreticilik hevesini tevarüs etmiş olan)

 

Güherçile: Simgesi KNO3 olan, doğada özellikle Hindistan’da ve Mısır’da bulunan, tarımda gübre, hekimlikte ilaç olarak kullanılan, barut gibi patlayıcı maddeler yapımına yarayan, ak renkte ve billur durumunda bileşik bir madde. (Eşyalara mezarların güherçile kokusunu sindirdi)

 

Tirendaz: Temiz ve zarif giyinmiş (kimse). (Temiz tirendaz biriyken)

 

Hevenk: Bir ipe geçirilerek dizilmiş, bir çubuğa ya da birbirine bağlanmış yaş meyve ya da sebze bağı. (Birinci hevengi bitirdiği zaman bir daha istedi)

 

Velosipet: Halk diliyle velespit, bisiklet (Velosipet katlanıp özel bir kutuya konulduğu için)

 

 

Deniz Gezginci
denizgezginci@hotmail.com

 

Münihin Sesi Sosyal Medya adresleri;
WhatsAppGrup ➤ +905368638699

 

 

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve munihinsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.