ADANALI’NIN FİKO’SU UMUT OĞUZ: BEN MUHALEFETE DE MUHALİFİM

Deniz Gezginci: Umut Bey öncelikle Münih’e hoş geldiniz. Söyleşiye geleneksel hale gelen sorumla başlamak istiyorum. Münih’te olmak nasıl bir duygu?

Umut Oğuz: Yılardır Almanya’ya gidip geliyorum ama Münih’e ilk defa gelebildim. Buraya Nürnberg’den geliyoruz. Biraz erken geleyim Münih’i gezeyim diye rica ettim ama oyuna bir saat kala anca gelebildik. Bu sefer Münih’i gezemedim ama ben genelde oynadığım yere bir daha geliyorum. Bir diğer sefere nasip.

Deniz Gezginci: Söyleşiye mekân sorusuyla başlamışken şöyle devam edeyim. Sizce dünyanın hiçbir yerinde değişmeyen tek toplum hangisidir?

Umut Oğuz: Türkler…(Gülüşmeler) Zaten bilimsel olarak yapılan araştırmaya göre de gittiği yere kendi adetlerini götüren, tersine asimile olan tek toplum biziz.

Deniz Gezginci: Neden öyle dediniz? Sanıyorum Almanya’da pek Alman’a rastlamadınız?

Umut Oğuz: Ben şuna inanamıyorum. Almanya’ya geldiğimde beni havalimanından alıyorlar ve aç mısın diye soruyorlar? Açım diyorum. Almanya’ya gelmişsin, yöresel yemekler yemek istersin değil mi?  Beni yine kebapçıya götürüyorlar. Şalgam mercimek çorbası içiyoruz, pide yiyoruz. Ben oradan geliyorum zaten. Yok mu burada Almanya’nın yöresel yemekleri? Bizim yemeklerimiz zaten çok lezzetli de ben o lezzetleri buraya gelmişken özlemek istiyorum. (Gülüşmeler)

Deniz Gezginci: Gösterinizin adı “Mıknatıs”. Bize biraz Mıknatıs’ın serüveninden bahseder misiniz?

Umut Oğuz: BKM Mutfak kurulduğunda organizatör bir arkadaşım buraya tek kişilik bir şey yap dedi. Ben de “ne haddime” dedim. Halbuki arkadaşım bendeki potansiyeli bir organizatör olarak görmüş. Yıllar içerisinde tek başıma sahnede performans yapma durumunda kaldım. Baktım ki yapıyorum başımdan geçen olaylarla ilgili notlar almaya başladım. İlk başta trajik olaylar seni üzer ama sonra aradan zaman geçince ölüme bile gülersin. Hayat öyledir. Trajikomiktir. Öyle hikayeleri biriktirdim, gözlemledim.  Ünlü olduktan sonra halkın bana yaklaşımı, orada yaşadıklarım, başıma gelenler. Mıknatıs o hikâyeleri derlediğim bir oyun oldu. Aslında başlarken biraz hobi olsun diye başlamıştım ama oynadığım yerlerde iyi geri bildirimler aldım. Bir de oyunu sert eleştiren insanlara da izlettim. Hani beni dövsünler diye. Onlardan da olur alınca o zaman yürü Umut dedim. Mıknatıs benim bileziğim gibi duruyor. Boşta kaldığımda çıkıp oynuyorum.

Deniz Gezginci: Sizi “Adanalı” dizisinin Fiko’su, “Ben Bu Cihana Sımasam”ın Peyami’si olarak tanıdık. Ancak bildiğim kadarıyla sizi gittiğiniz yerlerde çok karıştırıyorlar. Neden bu kafa karışıklığı?

Umut Oğuz: Çok karmaşık bir dönümdeyiz. Eskiden insanlar sadece televizyona bakıyorlardı. Şimdi telefona bakıyor, bilgisayara, dijital yerlere bakıyorlar. Her şey karışmaya başladı. Dizide oynadığım dönemde bu karışıklık pek olmuyor ama televizyonda biraz arayı açınca insanlar yakın tiplerle karıştırmaya başlıyorlar. Ben de bundan çok besleniyorum. Mesela biri çıkıyor “Abi Arka Sokakları” sadece senin için izliyorum diyor, Bir diğeri “Abi yıllarca Kurtlar Vadisi’nde seni gözümü kırpmadan izledim” diyor. Halbuki ben bu iki dizinin setine bile gitmedim. (Gülüşmeler)

Deniz Gezginci: Türkiye’de ekonomik sıkıntılar nedeni ile insanlar zor durumdalar. Siz de Türkiye’de mizah yapan bir oyuncusunuz. Türkiye’nin bu şartlarında insanları güldürmek zor mu?

Umut Oğuz: 1999 yılından beri sahnedeyim. 25 yılım bitiyor. Bence aktif olarak sahnede olan her oyuncu biraz sosyologdur. Kendi coğrafyasının bütün dertlerini kantara koyacak kadar yetkiye sahiptir. Ben neredeyse Anadolu’nun her yerinde sahneye çıktım. Net olarak gördüğüm eskiden ironiye daha çok gülen bir seyirci vardı. Şimdi enteresan bir şekilde ironiyi anlamayan, böyle bakan bir seyirci oluşmaya başladı. Bunun içinde okumanın azalması, eğitim kalitesinin düşmesi, sosyal medyanın çok yaygınlaşması, insanların ekranlara bağımlı olması gibi nedenler yatıyor. Ben bile eskiden daha çok kitap okurdum şimdi azaldı. İş hayatı her yere girdi. İnsan artık kendine zaman ayıramıyor ve beynini geliştirecek zaman bulamıyor. Daha önemlisi de herkesin kafasında ekonomik olarak kaygılar var. Hepimizin var. Eskiden bir hesap kitap yapardık şu an hesap kitap tutmuyor. İşlerde de tutmuyor. Mesela son oynadığım dizi “Ben Bu Cihana Sığmasam” da hesap kitap yapılamadığı için dizi bitti. Sezon başında anlaştığım parayla sezonun sonlarına doğru geldiğindeki maliyet arasında uçurum vardı. Her şeye sürekli zam geliyor ve fiyatlandıramıyorsun. Dolayısıyla bu artık fakirinden zenginine herkesin problemi. Asıl yaranın çözümü herkese eşit olmasa bile gelir dağılımında bir adalet sağlanması şart. Çünkü çok çalışıp az para kazanan çok insan var bu da psikolojileri yoruyor. Hissediyorum adam yorgun, mutsuz. Sataşıyorum gülmeye başlıyor ama belli ki adamın derdi var. Öyle bir sorunlu dönemden geçiyoruz. İnşallah en kısa zamanda ayağa kalkıp, toparlanıp yürüyelim istiyorum.

Deniz Gezginci: Devekuşu Kabare’nin kurucusu Ahmet Gülhan’ın öğrencisisiniz. Devekuşu Kabare dönemindeki politik taşlamayla bu zamanki, sizin kuşağınızdaki komedyenler ya da oyuncular aynı mesajları verebiliyorlar mı?

Umut Oğuz: Tabii veremiyor. Benim Ahmet Gülhan hocamın ağzından duyduğum o zamanlar Devekuşu Kabare o kadar güçlü bir muhalif kabareydi bir hükümetin düşmesinin fitilini yakmıştı. Aslında bir şeyi atlıyorlar. Sen de mi muhalifsin durumu oluyor ya. Komedi zaten muhalif olmak durumundadır. Siyasetteki muhalefet ile bizim yaptığımız muhalefet bir değil. Ben muhalefete de muhalefetim. Farkım o. Yanlış bir şey varsa söyleyecek birine ihtiyaç var o da tarih boyunca sanatçılardır, bilim adamlarıdır, gazetecilerdir. Siyasetin dışındaki ayağı yere basan meslek grupları ancak bunu yapabilir. O yüzden zaten en çok çileyi de onlar çekerler. Çok sanatçının geçmişte hazin hikayeleri var sırf muhalefet oldu ve doğruları söyledi diye. Ama bu bizim yapmak durumunda olduğumuz bir şey. Eskiden daha da zengindi.

Yine Devekuşu Kabare’den örnek verecek olursam. Ahmet Hocamın anlattığı bir anıydı. Metin Akpınar’ın Erbakan’ı, Zeki Alasya’nın Demirel’i, Ahmet Gülhan’ın da Bülent Ecevit’i oynadığı bir oyunda Bülent Ecevit kulise gelip “Ahmet Bey ben buradayken çok aşırı bir şey yapmazsanız sevinirim” demiş. Oyunu da önden değil arkadan izlemiş. Oyun bittikten sonra Ahmet Gülhan’a gelip sarılıp, “Beni dikkate aldığınız için çok teşekkür ederim” demiş. Ahmet Hoca ise; “Bülent Bey biz her akşam oynadığımız oyunu oynadık” diye cevap vermiş. Düşünebiliyor musunuz kendisini o kadar eleştirmelerine rağmen sanatçıya gelip teşekkür ediyorlar. Aslında siyasilerin sanatçılara çok ihtiyacı var. Gelip arka sıralardan halkın nabzını ölçmek gibi bir şansları var. Son zamanlarda genel olarak siyasetin bütün kanadında kör ve sağır bir algının yerleştiğini görüyorum. Çok acı bir şey söyleyeyim. Şu an Osmanlı’nın yaşadığı sendromu yaşıyoruz. Yöneticilerin bence ülkenin gerçek dertlerinden haberleri yok.