FİKRET YAKABOYLU: BOŞ YATAN SANATÇIYI MAHKEMEYE VERİRİM

Yunus Emre’nin meşhur “Çıktım erik ağacına orda yedim üzümü” dizelerini ilke edinmiş kendine. Almanca deyimiyle “Bunterbaum” yani “Çok Meyvalı Ağaç” gibi her kültürden her insana kucak açmış Neruda Kültür Kafe. Kapıdan giren önce Can Baba’ ya selam çakıyor. Daha sonra bir duvarda Lenin var, diğerinde Deniz Gezmiş onun yanı başında Yılmaz Güney ve gurbette gurbet acısı çeke çeke ölen Ahmet Kaya. Dünyanın bütün değerleri bir arada. Yahudilerin yedi lambasından tut, İsa’nın küçük heykeline kadar bütün dinlerden, bütün kültürlerden motifler bulunuyor. Hal böyle olunca dayanamıyor ve başlıyorum Neruda’nın hikayesini Fikret ağabeyden dinlemeye. Zira kendisine “Bey” diyemiyorum, buna çok kızıyor. “Bey’e gerek yok, ağabey de yeter” diye de inceden fırçasını atıyor.

 

Deniz Gezginci: Fikret ağabey bize biraz kendinden bahseder misin?
  Fikret Yakaboylu: Almanya’nın Augsburg şehrinde yaşayan, sanatla uğraşan biriyim. Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi kendini sanat denilen bir ırmağa atmışım o ırmakta yüzüyorum. Aynı zamanda politik düşünen biriyim. 12 Eylül’de Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldım. Dünya görüşü olarak sosyalist biriyim.

 

Deniz Gezginci: Sanıyorum sol görüşlü olduğunuz içindi bu zorla terk ediş. Almanya’ya geldiğinizde nasıl bir tablo ile karşılaştınız?

 

Fikret Yakaboylu: Geldiğimiz senelerde Almanya’da Türkiyeli işçi insan çoktu ama kültürel faaliyetlerde bulunan neredeyse hiç yoktu. İşçilerimizin önünde örnek alacakları entelektüel bir motif yoktu. O nedenle o dönemde kaçıp gelen bütün sanatçı arkadaşlara “Hiç kimse atölyesinde ya da prova odalarında kalmasın dışarıya çıkın ve bu kolun kültür tarafı her yerde damar gibi atsın” dedik. Türk sanatçıları olarak o dönemde yani 1980’den sonra Almanya’da aktif bir şekilde çalışmaya başladık. Almanya çok kültürlü bir memleket. İnsanlar hep birlikte, bir arada yaşamaya çalışıyor. Bütün kültürlerle hareket etmek zorundasın. Burada güzel olan da bu zaten.

 

Deniz Gezginci: Peki Neruda Kültür Kafe’nin hikayesi nasıl başladı?

 

Fikret Yakaboylu: Neruda Kafe’nin kurulma hikayesi 2009 yılında gerçekleştirmiş olduğumuz, yetmişe yakın sanatçının katıldığı Kültürtage (Kültür Günleri) festivali ile başladı. Bu festival sırasında planlama ve provaların yapılabilmesi için bir yere ihtiyacımız oldu. Bu gereksinimden dolayı da 2010 yılında Neruda Kafe açıldı. Neruda Kafe normal bir gastronomi mekânı olarak açılmadı. Sanatçıların buluşma noktasıydı.  Daha o yıllarda bizim kendimize özgü bir konseptimiz vardı

 

Deniz Gezginci: Kendinize özgü olan bu konsept nasıldı?

 

Fikret Yakaboylu: Gençlik yıllarımda “Çıktım erik ağacına orda yedim üzümü” dizelerinde Yunus Emre’nin ne demek istediğini hiç anlamamıştım. Şimdi düşünüyorum da çok çeşitliliği, çok farklılığı bundan daha güzel anlatan bir şey yok. Bir ağaç düşünün, her dalında farklı bir meyve ve kendi dalında değişmeden ama hepsi aynı ağaca ait. Bizim bu çeşitliliği yaratmamız lazım dedik. Çok farklı kültürlerin birlikte yaşadığı bir yerdeyiz. Bunların uyum içerisinde yaşama şansları var mıdır, yok mudur? Bu sorunun cevabını göstermemiz lazım. Neruda bunu gösterdi ki mümkünmüş.

 

Deniz Gezginci: Neruda Kültür Kafe’yi açtığınızda nasıl tepkiler aldınız?

 

Fikret Yakaboylu: Adımızın içerisinde Türkçe olarak “Kültür” ibaresi geçtiği için yeni bir Türk yeri açıldı dediler. İlk açıldığımızda buraya gelip rakı soran, ızgara soranlar oldu. “Arkadaşlar siz yanlış yerdesiniz” dedik. Burada her köşede farklı bir dil konuşuluyor. Latin Amerikalısından tut Arap toplumuna kadar herkes buraya geliyor. Bir tarafta Arapça bir tarafta Türkçe bir tarafta İspanyolca… Her köşesinde ayrı bir dil konuşuluyor. Bırakın ızgarayı bizde sadece vegan ve vejetaryen yemekleri bulunuyor.

 

Deniz Gezginci: Mekânın ismini neden Neruda koydunuz?

 

Fikret Yakaboylu: Aslında benim aklımdaki ilk isim Nazım Hikmet, ikincisi ise Nazım Hikmet’in de çok etkilendiği isim Mayakovski idi.  Ben de iki ismi çok seviyordum. Nazım’ın Almanlar için telaffuzu zor. Bu ismi koyarsak Almanlar “Yine bir Türk yeri diyecekler” ve çok fazla etkisi olmayacak. Bertolt Brecht zaten Augsburg’ta herkesin tanıdığı bir isim onu koymaya gerek yok dedik. Neruda’yı da ben çok seviyordum. Bütün sanatçı arkadaşlarıma Neruda isminin bu mekâna nasıl olacağını sordum. Hepsi çok olumlu yanıt verince mekânın adı Neruda kaldı. Burada Neruda geceleri düzenliyoruz. Neruda’nın şiirleri orijinal dilinde İspanyolca, Türkçe, Almanca, İngilizce okunuyor.

 

Deniz Gezginci: Neruda’yı diğer mekanlardan ayıran nedir?  

 

Fikret Yakaboylu: Neruda’nın kapısından içeri girer girmez sizi Can Yücel karşılıyor. Duvarlarında Lenin, Deniz Gezmiş, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya var. Yahudilerin yedi lambasından İsa’nın küçük heykeline kadar her dinden, her kültürden motifler var.  Bunlar sırf dekor olsun diye konulmuş şeyler değil. Hepsi bilinçli bir şekilde yapıldı. Dünyada insanlar ve toplumlar arasındaki çatışmaların en büyük kaynağı din. Din farklılığı insanları birbiri ile çatışmaya götürüyor. Biz dedik ki burada bütün dinlerin, düşüncelerin yaşama şansı var. Eğer biz bugün burada bu eylemleri yapmazsak iki üç sene sonra bu kültürler dışarıda birbirlerini boğazlarlar. Onun için bu kültürlerin birbirlerini zedelemediğini aksine büyük bir kazanç olduğunu göstermemiz lazım.

 

 

 

Deniz Gezginci: Burada ne tür etkinlikler oluyor?
  Fikret Yakaboylu: Etkinliklerimizden en önemlisi olan Kültürtage (Kültür Günleri) festivali bu sene 13’ncüsünü gerçekleştirecek. Burada yaklaşık farklı kültür ve ülkeden sanatçı ücretsiz çalışıyor. Çok kültürlü bir festival. Bu festivalin bütün altyapısı burada planlanıyor, tiyatro oyunları burada yazılıyor ve provalar burada yapılıyor. Onun dışında dünyanın her yerinden müzisyenler geliyor. Avrupa turuna çıkanlar nereden nasıl buluyorlar bilmiyorum ama Neruda’yı buluyorlar.  İçeride dokunduğun her insan kültür ve sanatla uğraşıyor.

 

Deniz Gezginci: Uzun süredir Avrupa’da yaşayan bir sanatçı olarak meslektaşlarınıza son olarak ne söylemek istersiniz?

 

Fikret Yakaboylu: Almanya içinde kültürleri barındıran bir ülke. Bu değişmeyecekte. Almanya’nın geleceği çok farklı. Biz de buraya çok farklı kültürlerin binlerce yıldır birlikte yaşadığı bir ülkeden geliyoruz. Kürt’ü, Çerkez’i, Tatar’ı, Türkmen’i… Herkes var. Süryani var, Yahudi var. Biz o farklı kültürlerle birlikte yaşamayı biliyoruz. Bizlerde Yunus Emre’nin, Mevlana’nın kokuları var. “Ne olursan ol gel” diyor Mevlâna. O farklılığı bildiği için böyle diyor. Onun için çok farklı toplumlara uyum sağlama konusunda biz Türkler bazı toplumlardan ya da Almanlardan çok daha açığız. Çünkü onun içinde büyümüşüz. İster Almanya’da olun ister Türkiye’de çok çeşitliliği büyük bir kazanç olarak görün ve bunu korumaya çalışın. Özellikle küçük kültürleri destekleyin çünkü onların kendini ayakta tutacak gücü yok. Mesela Almanya’da üç milyon Türk var ve Türklerin burada belirli bir güçleri var. Ama Afganistan’dan ya da Sri Lanka’dan gelen küçük bir sanatçı grubu burada kendini koruyamıyor. Diyorum ki onları destekleyelim. Bütün bu kültürlerin birlikte olması büyük bir kazanç ve dünyanın güzel bir dünya olması büyük sanat etkinlikleri sonucunda olacak. Çünkü sanatın dayanılmaz bir birleştirici gücü var. Bütün sanatçı arkadaşlarıma buradan çağrıda bulunmak istiyorum. Sokağın her köşesinde kültür olsun, her köşesinde bir farklılık olsun. Onun için Trabzonlu Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun çok sevdiğim bir lafı var. “Ben boş yatan sanatçıyı mahkemeye veririm” diyor Eyüpoğlu. Ben de aynı şeyi söylüyorum. Herkes çalışsın diyorum.

 

Deniz Gezginci - Münih