NECİP ŞAHİN: MEYDANI EN SON BİZ TERKEDECEĞİZ
İlk yıllarda “Almanya’da arkadaşa ve güneşe çok hasretim” diyen ve daha sonra yaptığı başarılı sosyal çalışmalar ile tahmininden fazla arkadaşı olan Şahin’in "güneş" sorununa da küresel ısınma sonucunda havaların ısınması çözmüş. Necip Şahin 13 yıldır iş yeri temsilcisi olarak mesleğini sürdürüyor. “Sendika beni insan yaptı” diyerek sosyalizmi, marksizmi, emeği, sermayeyi hayatının her alanında birebir uyguluyor. Bürosunda işçilerle yaptığı görüşmede koltuğundan kalkıp işçinin karşısına otururken "Ben o koltuğa otururken işçi arkadaşımı kendimden alçak bir yere oturtmak hem bana yakışmaz hem de utanç verir" diyecek kadar “mütevazi” Solcu olmanın çok zor olduğu ortamda bir çok kez yere düşüp ayağa kalkan Necip Şahin; "Ayakta kaldım çünkü benim inancıma göre doğru yolda, bilim yolunda giden insan, bilime inanan bir insan hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramaz" diyor. İyi bir Cumhuriyet Halk Partili olan Şahin, CHP üyelik kartının arkasına baktığınız zaman Atatürk’ün şu sözüyle karşılaşıyorsunuz; “bir gün Cumhurbaşkanlığı görevimi tamamladıktan sonra buranın bir ferdi olarak çalışacağım” Öyle bir partinin kurucusunun arkasından gitmeyeceksem nereden gideyim diyor. Necip Şahin umutlu. İçerisinde vatan sevgisi olan herkesin de umudunu kaybetmemesi gerektiğini söylüyor. En kötü zamanımızda dünyanın en zengin, en güçlü, en kapitalist devletlerini kurtuluş savaşıyla yenip çağdaş bir Cumhuriyet kurmuş, bir Mustafa Kemal’i çıkartmış, o kurtuluş savaşının destanını yazan Nazım Hikmet’i çıkarmış Anadolu toprakları mutlaka Türkiye coğrafyasını bir arada tutacak insanları yetiştirir. O nedenle umudumuzu yitirmememiz gerekiyor. Meydanı en son biz terk edeceğiz diyor. Münihin Sesi olarak Necip Şahin ile Almanya Göç Tarihi Müzesi’nde keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
-----------------------
Röportajın Videosu
------------------------
Deniz GEZGİNCİ: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz. Necip Şahin kimdir ?
Necip ŞAHİN: Kayseri doğumluyum. Türkiye’nin değişik kasaba ve şehirlerinde eğitim aldım. Orta öğrenimimi öğretmen olan kardeşimin yanında yaptım. Kayseri’de Meslek Lisesi’ne başladım ve Teknik Lise kısmına İzmir’de Elektronik bölümünde devam ettim. Üniversiteyi kazandıktan sonra 1980 yılında durumlar biraz daha gerginleşmeye başlamıştı. İki seçenek arasında kaldım. Babamın “Türkiye’yi mi yoksa Almanya’yı mı tercih edersin?” sorusu üzerine Almanya’yı tercih ettim.
Deniz GEZGİNCİ: İlk olarak siyaset ile ne zaman tanıştınız ve kendinizi ne zaman siyasetin içinde buldunuz ?
Necip ŞAHİN: Siyaset bize amcamdan bulaşmış ama tam bulaşamamış. Çünkü amcam Demokrat Partili ve Adalet Partili idi. Ancak siyasetin içerisinde olan birisiydi. İyi bir siyasetçiydi. Siyaset ile amcam sayesinde tanıştım diyebilirim. Ağabeyimin öğretmen okuluna gitmiş olması, onun yanında eğitim almış olmam beni solla tanıştırdı. Solla tanışmamın en önemli etkenlerinden bir tanesi de bizim neslin sembol isimlerinden Bülent Ecevit yani "Karaoğlan" efsanesidir.
Deniz GEZGİNCİ: Özellikle tercihiniz neden Münih oldu ?
Necip ŞAHİN: Münih benim tercihim değildi. Anne ve babamın burada olması etkili oldu. Ben hep annesiz babasız büyümüş gibi oldum. Onlar buraya geldiğinde ben Türkiye’de kaldım. Ben buraya geldiğimde onlar Türkiye’ye döndü. Herkes Almanya’ya eş durumundan gelir benimki biraz “aşk” durumundan oldu. "Eş" durumu, "aşk" durumu ondan sonra da "aş" durumu derken Münih’te kaldık.
Deniz GEZGİNCİ: Münih’e ilk geldiğinizde neler yaptınız?
Necip ŞAHİN: Kayseriliyiz ya beni ilk önce sucuk fabrikasına verdiler (Gülüşmeler…) 6 ay orada çalıştım. Ben Elektro Teknik okudum. O dönem Almanya’ya meslekli gelen az sayıda insanlardan birisiydim. Daha sonra Siemens’e devam ettim. Orada da altı ay çalıştıktan sonra şuan çalıştığım BMW firmasında iş başı yaptım. O zamanlar burada kışlar daha sert geçerdi ve benim “Almanya’da arkadaşa ve güneşe çok hasretim” diye bir söylemim vardı. Arkadaş çevremizi dernek çalışmaları sayesinde edindik. Küresel ısınma nedeniyle dünyanın dengesi bozulunca burada da havalar ısınmaya başladı. Dolayısıyla şimdi Münih'e iki taraftan da uyum sağlamış oldum.
Deniz GEZGİNCİ: İşçi temsilciliği yaptığınızı biliyorum. Mesleğiniz ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz ?
Necip ŞAHİN: İş yerinde sendikayı temsil ediyoruz ama hukuki anlamda yaptığımız işi söyleyecek olursak “iş yeri temsilcisi” denmesi gerekiyor. İş başı yaptıktan sonra sendikayla tanıştım ve etkin olmaya başladım. Türkiye’de yaptığım her şey teoride kalmıştı burada pratiğini uyguluyorum. Şuana kadar öğrendiğim tüm siyaseti iş yerimde bütün gün uyguluyorum. Sosyalizmi, Marksizmi, emeği, sermayeyi her şeyi uygulayabiliyorum. 13 yıldan beri işyeri temsilcisiyim. Daha önce 16 sene montajda çalıştım, lojistikte çalıştım. Son bir yıldır da sadece bu işle meşgul oluyorum. Arkadaşların sorunlarıyla ilgileniyorum, onlara çözümler bulmaya çalışıyorum. İş yeri örgütlenme yasasının işçi temsilcilerine vermiş olduğu yasalar çerçevesinde elimizden geldiği çabayı gösteriyoruz. BMW’de 2000’e yakın da Türk işçisi var. Biz tüm işçilere eşit davranmak, yardımcı olmak durumundayız.
Deniz GEZGİNCİ: Bir görüşmemizde bana bir işçi geldiğinde ben yerimden kalkıp onun karşısındaki sandalyeye oturuyorum demiştiniz ?
Necip ŞAHİN: İnsanlar geldikleri yeri unutmamalı. Bürom olduğu halde bütün gün işçi arkadaşlarımın yanındayım. Zorunlu olmadıkça da büroda fazla durmuyorum. Ben o koltuğa oturup da onu kendimden alçak bir yere oturtmak bana hem yakışmaz hem de utanç verir. Karşımdaki işçi ile ne kadar eşit seviyede durursam o da bana sorunlarını daha rahat anlatır. Büroma gelen arkadaşlarıma her zaman söylediğim şu; “ O büroyu sizin oylarınızla bana verdiler. O büro sizindir, kapısı da her zaman açıktır. Hiç çalmadan açabilirsiniz” Bu uygulamayı orada çalıştığım sürece yaptım, bundan sonra da yapmaya devam edeceğim.
Deniz GEZGİNCİ: Sizin gibi sola sıkı sıkıya bağlı bir sosyal demokratın ilkeleri, hayat felsefesi, insanlara bakışı nasıldır bunu sizin ağzınızdan duyabilir miyiz ?
Necip ŞAHİN: Mükemmeliyetçi bir insanım. İşin içerisine sendikacılık ve emek girdiği zaman yaptığın işi ya iyi yapacaksın ya da hiç yapmayacaksın. Ben solcuysam, solun içerisinde kadın-erkek eşitliği varsa bunu sonuna kadar uygulamam gerekir. İnsanların eşit olması, dayanışma içerisinde olması gerekiyorsa, kardeşlik varsa bunları sonuna kadar uygulamak gerekir. Çünkü ben bu iş için zaman harcıyorum, harcadığım zamanı da kendimi aldatmak için harcamak istemiyorum. Ben her zaman şunu söylerim “Sendika beni insan yaptı”
Deniz GEZGİNCİ: Düşüncelerinizden dolayı zaman zaman çok zorlu dönemler geçirdiğinizi tahmin edebiliyorum. En çaresiz kaldığınız noktada yeniden nasıl ayağa kalktınız ?
Necip ŞAHİN: Türkiye’de solcu olmak zor, Kayseri’de solcu olmak daha da zor. Almanlarla solcu olmak sorun değil ama Türklerin içerisinde solcu olmak zor. Ne yazık ki bizim Türklerde şöyle bir şey var. Gümrükten önce sağcı olanlar bu tarafa geçince solcu oluyorlar. Bu benim her gün yaşadığım bir pratik. Böyle çarpık, kaygan bir yerde giderken çok fazla dibe vurduğum zamanlar oldu. Hatta eve gidip ağlayacak kadar beni etkileyen olaylar oldu. Bana hakaret edenler de oldu. Ne şanslıyım ki arkamda sağlam duran arkadaşlarım vardı. Ayakta kaldım çünkü benim inancıma göre doğru yolda, bilim yolunda giden insan, bilime inanan insan hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramaz. Sonuçta hep bilim kazanacaktır. Sınıfımı biliyorum, yerimi biliyorum ve bu yerimi terk etmeyeceğim. İsmet Paşa ile Atatürk arasında geçen çok sevdiğim bir diyalog var. İsmet Paşa Atatürk’e bir telgraf çekiyor “Savaşı kaybettik” diyor. Yarım saat sonra bir telgraf daha çekiyor “Savaşı kazandık” diyor. Çetin Altan bir zaman sonra İsmet Paşa’ya “ne demek istediniz” diye soruyor. İsmet Paşa’dan gelen yanıt; “Meydan savaşlarında meydanı en son terk eden savaşı kazanır” Ben meydanı hiç terk etmedim onun için her seferinde ayağa tekrar kalkabildim.
Deniz GEZGİNCİ: Toplantılarda gözlemlediğim kadarı ile en büyük desteği eşinizden alıyorsunuz ?
Necip ŞAHİN: İkimizin de sevdalı olduğu şey ülkemiz. Yaptığımız tüm çalışmalar yurdumuz adına, ülkemiz adına olduğu için eşim de çok iyi bir yurtsever. Ben de öyle olduğumu tahmin ediyorum. Dolayısı ile yaptığımız işleri canı gönülden yapıyoruz. Derneğimizin olanakları kısıtlı. Biz hem iyi şeyler yapmak istiyoruz hem çok şeyler yapmak istiyoruz. Hem de bunu elimizdekilerle başarmaya çalışıyoruz.
Deniz GEZGİNCİ: Sanıyorum çocuklarınız burada doğup büyümelerine rağmen onlar da siyaset ile iç içeler. Bu konuda onları siz mi yönlendiriyorsunuz yoksa babalarından gördükleri için mi sizden etkileniyorlar ?
Necip ŞAHİN: Her şey yaşarken oluyor. Ülkeni güzel anlatırsan - ki çok güzel bir ülkemiz var- o ülkenin edebiyat, müzik, sanat gibi kültürünü iyi anlatırsan çocuklar bunu yaşarken kavrıyorlar. Belli bir yaşa gelince yaşadıkları ülke ile kendi ülkeleri arasındaki ayrımı görüyorlar. Biz şunu böyle yapacaksınız diye dikta eden bir aile değiliz. Bizim hafta sonu kahvaltılarımız uzun sürer, Cumartesi akşamı yaptığımız sohbetler uzun sürer. O sohbetlerde uzun uzun konuşuruz. Ben bugüne kadar hiçbir şeyi onlara kısa yoldan anlatmadım. Çocuklarıma her şeyi ayrıntıları ile anlattım ki benden onlara ne kalacaksa ayrıntıları ile kalsın istedim. Sen çocuksun bu kadar fazla bilmene gerek yok demedim. Nasıl ki işçi arkadaşlarımla aynı seviyedeysem çocuklarımla da aynı seviyede yaşantımızı sürdürüyoruz.
Deniz GEZGİNCİ: Birazdan HDF’yi detaylı olarak konuşacağız ama ondan önce buradaki dernekçilik çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz ?
Necip ŞAHİN: Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu bu sene 39’uncu yılında. Federasyonun altında dernekler var. Dernek çalışmalarına Münih Türkiye Halk Derneği’nde başladım. Daha sonra bu derneğin federasyon çatısı altında görev almaya başladım. İki yıl öncesine kadar HDF’nin bölge örgütlenmeleri vardı. Yedi yıl kadar HDF’nin Güney Almanya bölge başkanıydım. Daha sonra HDF’nin Genel Başkan Yardımcılığı’nı yaptım. En tabandan üyelikten HDF Genel Başkanlığına kadar yükseldim. Buradan da emekli olurum herhalde (Gülüşmeler)
Deniz GEZGİNCİ: Sizce “sosyal demokratlık” nedir. Bu kavramı biraz açabilir misiniz ?
Necip ŞAHİN: Herkese göre farklı tanımlar verilebilir. Özet olarak “ekonomik ve toplumsal eşitlik” diyebilirim. Kadın-erkek eşitliği, ekonomik eşitlik, dayanışma. Bu ilkelerin hepsi evrensel ilkelerdir.
Deniz GEZGİNCİ: Siz kendinizi Sosyal Demokrat Halk Dernekleri Federasyonu içerisinde ne zaman ve nasıl buldunuz ?
Necip ŞAHİN: 1992 yıllında derneğe üye oldum. O zamanlar Orhan Gül arkadaşımız başkandı. Zaten bir arayış içerisindeydim. Kendimi bildim bileli 1 Mayıslara katılırım, katılmadığım bir gün olmamıştır. Türkiye’de de burada da bu etkinlilerde hep bulundum. İçinizde biraz istek varsa iş gelip sizi buluyor.
Deniz GEZGİNCİ: Münih’te sizin genel başkanlığınızı yaptığınız derneğin ayrı bir ağırlığı ve saygınlığı var. Bu saygınlığı nasıl yakaladığınızı düşünüyorsunuz ?
Necip ŞAHİN: Öncelikle insanlara yukardan bakmamak, herkese eşit davranmak, aynı seviyede durmak. İlkelerimiz zaten bellidir. Bizim solda sağ örgütler gibi “yukarıdan emredip aşağıdakilerin biat etmesi” olmaz. Herkese eşit davranarak, herkesle yan yana durarak. Herkesten daha çok kendin emek verirsen yanındakileri de çekmiş olursun. Yaptığımız hiçbir işi laf olsun diye yapmıyoruz. Laf olsun diye yapılmayan işler de sonuçta toplum tarafından değer görüyor. Burada basının da yerini vurgulamam gerekiyor. Biz basınla çok iyi çalıştık. Eğer basın yoksa yaptığınız iş orada ki toplanan kişilerle kalır. Ama basın biliyorsa çoğunluk bilir, toplum bilir. Dolayısıyla basınla da çok iyi çalıştık. Onlarla arkadaş olduk.
Deniz GEZGİNCİ: Gençlere çok değer verdiğinizi biliyorum. Toplantılarınızda mikrofonu öncelikle gençlere veriyorsunuz?
Necip ŞAHİN: Ben hep arkadaşlarıma Alman kurumları ile çalışmalarını öğütlüyorum. Çünkü Almanya’da ki partilerin gençlik örgütleri var. CHP’nin daha düne kadar gençlik örgütleri yoktu. Varsa da 50 yaşının üzerindeki insanlar gençlik kolu başkanı oluyordu. Gençlerimizin, kadınlarımızın önde olması bizim içimizden geliyor. Nasıl olacağını da Alman kurumlarında çalışarak, onlardan görerek uygulamaya başladık. Nesil akıp giden bir şey. Arkadan gelen insanların orayı doldurması gerekiyor. Onu dolduramazsak yaptığımız işlerin hiçbir anlamı yok. Yaptığımız işlerin kalıcı olabilmesi için o mikrofona o gençlerin geçmesi lazım. Bundan da çok büyük sevinç duyuyorum. Keşke mikrofonun tümünü bizden alsalar ve biz daha başka işlerle ilgilenebilsek. Onun için hem gençleri hem kadınları elimizden geldiğince desteklemeye devam edeceğiz.
Deniz GEZGİNCİ: Birbirinden değerli siyasetçi ve yazarları Münihlilerle buluşturuyorsunuz. Bugüne kadar hangi değerli isimleri getirdiniz?
Necip ŞAHİN: Sağ olsunlar çağırdığımız gazeteciler, bilim adamları, siyasetçiler, üniversite hocaları zamanları ölçüsünde bizi hiç kırmadan, ikiletmeden geldiler. Bundan sonra da daha iyi olacağını düşünüyorum. Çünkü bir giden ötekine anlatıyor ve iyi bir etkileşim oluyor. Ahmet Taner Kışlalı, Ali Sirmen, Orhan Bursalı, Hikmet Çetinkaya, Şükran Soner, Uluç Gürkan, Alev Coşkun, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Aylin Nazlıaka, Gülsüm Bilgehan, Süheyl Batum, Mustafa Balbay, Erdal Atabek, Erol Manisalı, Turgut Kazan, Türker Minibaş, Sevgi Çubukçu, Ahmet Şık, Nedim Şener, İlhan Cihaner, Can Dündar, Mümtaz Soysal, Tolga Çandar, Osman Korutürk, Umut Oran, Bozkurt Güvenç, Muharrem İnce, Metin Feyzioğlu, Nurşen Mazıcı, Onur Öymen, Seyfi Oktay.. Bu isimler aklıma gelenler. Bunun dışında çok değerli Alman konuklarla yapmış olduğumuz toplantılarda oldu.
Deniz GEZGİNCİ: Sizce Avrupa’ya gelen siyasetçi ve yazarlar burada düşüncelerini daha özgür söyleyebildikleri, seslerini buradan daha iyi duyurabildikleri için kendilerini burada daha rahat mı hissediyorlar ?
Necip ŞAHİN: Bu soruyu kendilerine sormak lazım. Almanya’nın havası, demokratik, özgürlük ortamı insanları biraz daha coşturuyor olabilir. Nedim Şener ile hapisten çıktıktan sonra burada Bavyera parlamentosunda basın toplantısı yapmıştık. O zamanlar Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay içerdelerdi. Onların sesini parlamentoya taşıdık. Dolayısıyla orada konuşma cesaretini göstermişti. Halbu ki daha hapisten yeni çıkmıştı. Buranın verdiği bir destekle böyle bir konuşma yaptılar. Türkiye’ye dönüşte her zaman söylediğiniz gibi bir risk var.
Deniz GEZGİNCİ: Burada o özgürlük ortamında yaptığı konuşmalardan sonra Türkiye’ye döndüğünde başı belaya girenler hiç oldu mu ?
Necip ŞAHİN: Şimdiye kadar öyle bir duyum almadım. Umarım bundan sonra da olmaz. Yalnız şöyle bir şey oldu. Üç yıl önce Can Dündar geldiğinde aramızda konuşurken “Türkiye’ye dönmek istiyor musun?” diye sormuştu. “Emekli olduğumda dönerim” diye cevap vermiştim. “ Siz dönmeyin bizim sıkıntılı zamanımızda burada bizim sesimiz olursunuz” demişti. O olay da ne yazık ki başlarına geldi. Elimizden geldiği kadar seslerini ulaşabildiğimiz yerlere ulaştırmaya çalıştık.
Deniz GEZGİNCİ: Siz CHP üyesisiniz, iyi bir CHP’lisiniz değil mi ?
Necip ŞAHİN: CHP üyesiyim ama iyi miyim kötü müyüm onu bilmiyorum (Gülüşmeler) Siyasete giriş nedenimiz zaten Bülent Ecevit. CHP üyelik kartının arkasına baktığınız zaman Atatürk’ün şu sözüyle karşılaşıyorsunuz; “Bir gün Cumhurbaşkanlığı görevimi tamamladıktan sonra buranın bir ferdi olarak çalışacağım” Öyle bir partinin kurucusunun arkasından gitmeyeceksem nereden gideyim ? Bülent Ecevit’in sempatisi, tarih içinde Atatürk’ü daha iyi özümsedikten sonra bu partinin içerisindeyim.
Deniz GEZGİNCİ: CHP’nin genel kuruluna katıldınız. Genel kurulu birebir yaşamış biri olarak değerlendirmelerinizi alabilir miyim ?
Necip ŞAHİN: CHP’liler sağ olsunlar HDF Genel Başkanı olarak beni her kurultaya davet ediyorlar. Ben de nerede olursam olayım gitmeye çalışıyorum. Kemal Bey geldikten sonra tüm kurultaylarına çağırdılar tümüne de katıldım. Ancak samimi olmak gerekirse kendi partim CHP’de Alman kurultaylarında yapılan çalışmayı aradım. “Öteki partiler de böyle yapıyor” düşüncesi bana bahane olarak gelmiyor. Siz yapın, örnek olun. CHP’liler dillere destan bir kurultay yaptı desinler. Benim özlediğim bu. Böyle bir kurultay maalesef olmadı. Kurultay dediğin geçmiş kurultaydan bu kurultaya kadar yapılan çalışmaların bir raporudur. Neler yapıldı ? Hangisinde başarılı hangisinde başarısız olundu ? Bunlar Genel Başkan ya da birisi tarafından anlatılır. Daha sonra eleştirisi olanlar eleştirir. Katkısı olanlar katkı verir. Sonunda da oylama yapılır ve eski yönetim aklanır. Üzerinde ki yükü kalkar. Yeni bir yönetim seçilir. Yeni yönetim seçildikten sonra da yine görev bitmez. Bu sefer de bağlayıcı görevler verilir. Bir dahaki kurultaya kadar sizden şunları şunları istiyoruz diye dilekçeler verilir. O dilekçeler delegeler tarafından tartışılır, çalışılır, oylanır. Kaç tanesi kabul edilirse bir dahaki kurultaya kadar parti tarafından uygulamaya konur. Bu da bağlayıcı karardır. Oraya gelen delegeler sadece parti meclisine geçmek için mücadele vermezler. Partinin geçmişini ve geleceğini oylarlar. Dolayısıyla böyle bir kurultay olmadığı için ne yazık ki üzgünüm. Ben yine de harcadığım bu zamanlar ziyan olmaması için değerlendirmelerimi özet olarak genel başkana yazdım. Eğer HDF’de ki arkadaşlarım tarafından da uygun görülürse ben bu düşüncelerimi Genel Başkan ile görüşmek istiyorum. Umarım gözlemlerimi dikkate alırlar ve bir dahaki genel kurulda uygularlar.
Deniz GEZGİNCİ: Geçtiğimiz yıllarda CHP Avrupa’da örgütlenmeye gitti ve Yurtdışı örgütlerini kurdu. Bu örgütlenme ile ilgili neler diyeceksiniz ?
Necip ŞAHİN: Siyasi partilerin yurtdışında örgütlenmeleri her birimiz için bir özlemdi. Siyaset içimizde var ancak gümrüklere gidersek oy kullanabiliyorduk. Siyasi olarak bir partide çalışma yapamıyorduk. Yapabilirsek de kendi derneklerimizden katkı vermeye çalışıyorduk. HDF olarak CHP yurtdışı örgütlenmeleri olmadan da burada bir çok çalışmayı yaptık. Bu örgütlenmelerin başlangıcı iyi olmakla beraber devamı iyi olmadı. Bizi istediğimiz gibi olmadı. Sanıyorum onların istediği gibi de olmadı ki birkaç kere yap- boz yapıldı ve hala o yap-boz devam ediyor. Dolayısıyla yurtdışı örgütlenmelerinin henüz başında HDF’nin bir teklifi vardı. Buradan da yanlış anlaşılmasın HDF’yi size verelim alın istediğiniz gibi yönetin değil. Biz sivil toplum kuruluşuyuz. Siyasi partilerden daha özgür olduğumuzu düşünüyoruz. Biz her şeyi tartışırız, kararlar alırız. Siyasi partilerin bu konularda kısıtlamaları vardır. Bizim kadar özgür olmadıklarını düşünüyorum. Biz daha özgür tartıştığımız için daha iyi düşünceler ortaya koyar bunu da siyasi partilerle tartışırız. Onun için de CHP yurtdışı örgütlenmelerinde katkı vermeye hazırdık. İlk başlarda da destek verdik. Ancak gidişatın yanlış olduğunu gördükten sonra katkının bir kenarında duracağımız kararını alarak gözlemlemeye başladık. Çünkü bu gidişle bir yere varılmıyor. Birkaç kere daha aynı tüzük ve aynı çalışmalarla denemeler yapıldı. Aynı şeyleri yaparken değişik bir yere varamazsın. Tüzük olarak, örgüt altyapısı olarak çalışmaları değiştirmek gerekir, danışmak gerekir. Sonuçta siyasetin malzemesi insandır. 39 yıldır bu ülkede örgütlenmiş bir federasyon ve bu federasyonun emekçi insanları varken onlara danışmadan, onlardan destek almadan, onların oyunu almadan bir yere varılamaz. Benim siyasette en önemli kazanımım insan faktörünü öne çıkarmaktır. İnsanları mobilize edemiyorsanız oy alamazsınız, toplantı yapamazsınız, örgütünüz çalışmaz ve dağılır.
Deniz GEZGİNCİ: Bazı HDF üyeleri “HDF varken CHP Münih Birliği’nin kurulması yanlıştı. Aynı çatıda altında hareket etmek gerekiyordu” eleştirilerinde bulunuyor bu konuda siz ne düşünüyorsunuz ?
Necip ŞAHİN: Arkadaşlarımız eleştirilerinde yüzde yüz haklılar. Çünkü niyet çok önemli. Siz CHP’yi yurtdışında başarılı olmasına mı niyet ettiniz yoksa sadece birkaç kişiyi burada parlatıp, yukarı çıkarıp millet vekilliğine gelecekte hazırlamak için mi niyet ettiniz. Yoksa küçücük bir örgüt olsun da adı orada dursun gerisi bizi ilgilendirmez diye mi niyet ettiniz ? Bizim niyetimiz ve düşüncemiz dünyanın neresinde olursa olsun evrensel düşüncenin, sosyal demokrasinin iktidar olması. Olayı kişiselleştirdiğiniz zaman başarı gelmez. Toplumsallaştırmamız gerekiyor. Bütün amacımız sosyal dayanışma içerisinde yürümek olmalı. Onun dışındakiler başarısız olacaklardır ve bunu görüyorlar da zaten. O nedenle örgütlenmelerini biran evvel yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Deniz GEZGİNCİ: Geçtiğimiz günlerde düzenlediğiniz bir toplantı ile Münih’te CHP’yi konuştunuz. CHP’yi konuşma gereğini neden hissediyorsunuz ?
Necip ŞAHİN: Bir kere bizim üyelerimizin bir kısmı hem CHP’li hem SPD’li. Örneğin ben her iki partiye de üyeyim. Bir kısmı sadece CHP’li bir kısmı sadece SPD’li. Dolayısıyla örgütün içerisinde CHP’ye sürekli bir ilgi ve sempati var. CHP’nin üzerinden iki seçim ve bir genel kurul geçti. Üyelerin bunu tartışıp değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorduk. Arkadaşlarımızdan da böyle bir istek hep vardı. Bu toplantıyı düzenlerken hem HDF üyesi hem de CHP Münih Birliği üyesi arkadaşlara da haber verdik ve istedikleri arkadaşlarını da çağırabileceklerini söyledik. Ancak bu toplantının yeterli olduğu düşüncesinde değilim. Birkaç toplantı daha devam ettirilebilir. Herkes eteğindeki taşları döküp, düşüncelerini özgürce ortaya koyduktan sonra birkaç toplantıyla bu toplantıların daha da olgunlaşacağını düşünüyorum.
Deniz GEZGİNCİ: Bu toplantıya bende katıldım ve CHP Münih Birliği başkanı ile yönetim kurulu üyeleri toplantıda yoktu. Maalesef burada kaynayan bir kazan olduğunu da gözlemliyoruz. Sizce yönetim kurulu üyeleri ile birlikten kopmuş üyelerin bir araya gelip bu sorunları konuşması uzak bir ihtimal mi ?
Necip ŞAHİN: CHP Münih Birliği’ne direk müdahale etmek benim haddime düşmez. Hatta o kadar bir sorumluluğun altına girme düşüncesinde de değilim. Kendi sorumluluklarım yeteri kadar var. Ama bir katkı beklerlerse, gelip nasıl yapalım da başarılı olalım derlerse orada katkı vermeye hazırım. Siyasi örgütlere insanlar niye gelirler ve neden giderler bunları sorgulamak gerekiyor. Burada CHP’nin büyük bir potansiyeli vardı. Genel Başkan Münih’e geldiği zaman insanlar büyük bir coşku içerisinde karşılarlardı. Şimdi bu insanlar neden geri gidiyorlar, bu potansiyel neden bitirildi ? Biz nerede hata yapıyoruz diye bunu düşünmeleri gerekiyor. Bende o partinin üyesiyim, bu parti kimsenin babasının da malı değil. Kurucusundan dolayı oraya bir gönül bağımız, ideolojik bağımız var. O yüzden kendi çıkarlarına değil partinin geleceği yönünde çalışmalar yürütülürse biz de elimizden gelen desteği veririz. İnsanlar kaçarsa kaçsın önemli olan benim orada olmam denirse o zaman bir gün tek başına kalır ve ışıkları kapatıp çıkar gidersiniz.
Deniz GEZGİNCİ: Gelelim biraz ülke meseleleri ve siyasete. Türkiye’de ki meseleleri çok yakından takip ettiğinizi biliyorum. Şuan ülkemizin geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Necip ŞAHİN: 57 yaşındayım. Türkiye’de ki durumun hem içeride hem dışarıda, hem ekonomik hem sosyal hem de coğrafi olarak bu kadar gerildiğini, böyle kritik bir aşamaya geldiğini hiç yaşamadım. Dolayısıyla yurtsever insanlar olarak her birimiz kaygı içerisindeyiz. Dış siyaset tamamen çökmüş durumda. Atatürk’ün koymuş olduğu dış siyasette “Yurtta sulh, cihanda sulh” ana eksenimiz vardı. Biz bunu terk ettik. Daha sonra ortaya “sıfır sorun” diye saçma bir deyim atıldı. Sıfır sorun diye bir masaya oturulmaz. “Demek ki sıfır sorun için her türlü tavizi vermeye hazır” der karşındaki adam. Sıfır sorun derken sıfır komşu olduk. Şuanda bakıyorum bir tane dost komşu göremiyorum. Atatürk döneminden beri kendimizi koruduğumuz Ortadoğu bataklığının içerisine balıklama atlamış durumdayız. Çok kötü bir süreçten geçtiğimizi düşünüyorum.
Deniz GEZGİNCİ: Yıllarca insanların insan gibi yaşaması için mücadele verdiniz. Mücadeleye devam ettiğinize göre de umutlarınızı yitirmediniz değil mi ?
Necip ŞAHİN: Umut çok önemli. Kendi hayatımda da artık buradan çıkılmaz dediğim, çok umutsuzluğa düştüğüm zamanlardan çıktıktan sonra umut her zaman var diyorum. Bir de 19 Mayıs 1919’u düşünelim. Yıkılmış, bitmiş bir ülkeden çağdaş bir cumhuriyete gelişimiz göz önüne alındığında umut son ana kadar yitirilmemeli. Her zaman umut vardır. İsmet Paşa’nın dediği gibi “Meydanı en son biz terk edeceğiz” O da belki bu dünyadan göç ederken terk ettiğimiz gibi. Onun dışında meydanı hiçbir zaman boş bırakmayacağız. Onun adı da “umut” işte.
Deniz GEZGİNCİ: Zaman zaman düzenlediğiniz toplantılarda katılımcıların konuklara “biz bir şeyleri değiştirmek için ne yapmalıyız” sorularını duyuyorum. İnsanlar bir şeyleri değiştirmek için bir şeyler yapmak istiyorlar ama sanırım ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sizin onlara tavsiyeleriniz nelerdir ?
Necip ŞAHİN: Geçmişte “İnsan düşünen hayvandır” demişler. Ben de diyorum ki “İnsan örgütlenmiş hayvandır” Tek başına hiçbir şey değilsiniz, örgütlüyseniz bir şeysiniz. Tek başıma elime bir bildiri alıp yürüsem beni kimse önemsemez ama arkamda bir örgüt olduğunu bildikleri zaman yaptığı etki başka olur. İnsanlar en başta örgütlenmeliler. Bugünden yarına bir şey olmaz. Devrimler hep süreçle olan şeyler. O örgütlenmeler içerisinde yapılan çalışmalara dayanışma içerisinde emek vermeliler. Her şeyden önce de yapılan etkinlilere katılmalılar. Yaptığımız etkinliklerde ne acıdır ki salonların kapısına çıkıp “acaba bu salonu doldurabilecek miyiz?” diye beklediğimiz olmuştur. Çağırdığımız konuğa rezil olmayalım düşüncesinde olduğumuz günler olmuştur. Bizimle birlikte, dayanışma içerisinde toplantıları yalnız bırakmamalılar. Oradaki mesajları alıp ona göre hareket etsinler. Dayanışma ve örgütlenme benim bu konuda söyleyeceklerim bunlar.
Deniz GEZGİNCİ: Yıllardır dernekçilik faaliyetleri içerisindesiniz, yüzlerce faaliyet gerçekleştirdiniz. Bu faaliyetlerde yaşadığınız ve hiç unutamadığınız ilginç bir anınız var mı ?
Necip ŞAHİN: Ahmet Taner Kışlalı buraya geldikten sonra katledildi. Maalesef bu bizi çok etkiledi. Bir de Uğur Mumcu’yu anmak için bir etkinlik düzenlemiştik. Uğur Mumcu’nun en yakın arkadaşlarından Hikmet Çetinkaya Münih’e sabah 07.00’de gelecekti ancak hava muhalefeti nedeni ile akşam 23.00’te anca gelebildi. Toplantıyı lokantada yapmak zorunda kalmıştık. Sonuçta insanlar gönüllerini koyduysa sokakta da olsa onu dinliyorlar.
Deniz GEZGİNCİ: Son olarak Münihlilere neler söylemek istersiniz ?
Necip ŞAHİN: Hayatımın yarısını geçirdiğim bu ülkeyi çok seviyorum ama kendi ülkemizi de çok seviyorum. O nedenle buradaki nesillerimizi yitirmemiz önemli. Bunun da tek çaresi anne ve babalarının evde anadillerini konuşması. Çocuk size Almanca da konuşsa siz ona cevabını mutlaka Türkçe olarak vermeniz yeterli olacaktır. Çocuk dilini, edebiyatını, kültürünü aldıktan sonra geri kalan Almancayı da okulda ve sokakta alıyor. Bunu denemiş biri olarak yurttaşlarıma öğütlemek istiyorum. Ne yazık ki devletimizin yurtdışında ki çocuklarımıza dil öğretmek için bir politikası yok. O nedenle anne ve babalara büyük görev düşüyor. Son olarak yaptıklarımızın daha güzellerini yapmak için umut her zaman var. En kötü zamanımızda dünyanın en zengin, en güçlü, en kapitalist devletlerini kurtuluş savaşıyla yenip çağdaş bir Cumhuriyet kurmuş bir Mustafa Kemal’i çıkartmış Anadolu toprakları. O kurtuluş savaşının destanını yazan Nazım Hikmet’i çıkarmış Anadolu toprakları. Mutlaka Türkiye coğrafyasını bir arada tutacak insanları yetiştirir. O nedenle umudumuzu yitirmememiz lazım.
munihinsesi.com / özel