DAKTİLO

24.11.2022 - 10:05, Güncelleme: 24.11.2022 - 11:04 3368+ kez okundu.
 

DAKTİLO

“Mezun olduktan sonra öğretmeni ile kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir’de” demişti gazeteci büyüğüm Yılmaz Özdil. Çok haklıydı. İzmir’de öğretmeni ile karşılıklı kadeh tokuşturmayan yok gibiydi. Çünkü onlar bizim sadece öğretmenlerimiz değildi. Bazen annemiz, bazen babamız, bazen ağabeyimiz, bazen ablamız en çokta arkadaşlarımızdı. Bugün size böyle bir öğretmenden, lisedeki daktilo öğretmenim Sabri Feran ile yaşadığım küçük ama benim için anlamı büyük bir hikâyeden bahsedeceğim.
Eller temel sırada… AKÜTAKEMİLUYŞ yazılacak… Başla… Yukarıdaki bu sözler Karşıyaka Anadolu İletişim Meslek Lisesi’ndeki daktilo hocamız Sabri Feran hocanın her ders başında kulaklarımıza pelesenk olmuş sözleriydi. Başla der demez daktilo sesleri bir orkestra ahengi ile tüm sınıfa yayılır, Sabri Hoca da bir orkestra şefi gibi genç gazeteci adaylarını yönetirdi. AKÜTAKEMİLYUŞ nedir diye soracak olursanız gazeteciliğe yeni başlayan öğrencilerin F klavye ile yaptıkları, tüm parmaklarını kullandıkları egzersiz kelimesiydi. İyi gazeteci olmanın yolu, Türkçe klavyeye iyi hâkim olmaktan geçerdi. Dönelim hikayemize. Sabri Feran öğretmenimiz gençlik yıllarında futbol oynamış, İzmir’in güzide takımlarından Altay sevdalısıydı. Bir Karşıyakalı olarak, İstanbul takımlarını tutmayanlara olan sevgim Sabri hocanın Altaylı olduğunu öğrendiğimde kendisine daha da artmış, ders aralarında yaptığımız Karşıyaka – Altay muhabbetlerinin de tadına doyum olmazdı. Biz Sabri hocamızı çok sever, bilirdik ki o da bizi çok severdi. Okuldaki Beden Eğitimi öğretmenlerimizin ikisi de kadın olduğundan, önemli maçlarımızda hakemlik yapardı. Basketbol oynamayı çok sevdiğimiz, o on dakikalık araya otuz sayı sıkıştırdığımız ve hiç bitmesini istemediğimiz teneffüs aralarından birinde nöbetçi öğretmen çok sevdiğimiz, nazımınızın da  geçtiği Sabri hocamızdı. İyi niyeti su istimal etmiş olacağız ki ilk teneffüs içeri giriş zili çalmasına rağmen biz dört arkadaş (Yanlış hatırlamıyorsam Çağdaş, Bora, Yusuf, ben) on dakikayı geçirdik. Sabri Hoca gayet kibar bir dille bizi uyardı ve zamanında içeri girmemizi söyledi. İkinci teneffüs yine geç kaldık, Sabri Hoca yine uyardı. Üçüncü teneffüste yine geç kaldık yine uyardı. Artık dördüncü teneffüs zilinde  -çokta haklı olarak- bize okkalı birer tokat patlattı.   Dördümüz de çok şaşırmıştık. Sınıfa biraz utanç, biraz da pişmanlıkla girip kimseye bir şey söylemeden yerlerimize oturduk. Öyle tokat yemeğe çok alışık öğrenciler değildik. Yaramazdık, haylazdık ama şımarık değildik. Hele ki öğretmenlerimize bilerek saygısızlık etmezdik. Benim için o tokadın ayrı bir önemi vardı. Babam o sıralar Karşıyaka’nın Milli Eğitim Müdürü idi ve bazen, bazı öğretmenler beni kollamaya çalışır, bazıları da inadına kafayı bana takardı. Babama öfkelenen öğretmen – ki hangimiz müdürüne zaman zaman öfkelenmiyoruz ki- öfkesini benden çıkarırdı. Dışarıdan Milli Eğitim Müdürü oğlu olmak çok güzel gözükse de bunun dezavantajlarını yaşamayan bilemezdi. Benim hiç sevmediğim, üzerime yapışmış ve üzerimde eğreti duran bir şeydi Milli Eğitim Müdürü oğlu olmak. Hatta zaman zaman okullarda öğretmenlerin sorduğu geleneksel “Annen – Baban ne iş yapıyor?” sorusuna, “Annem ev hanımı, babam matematik öğretmeni” der geçerdim. Dedim ya o tokadın benim için anlamı büyüktü diye. Ertesi günü yine daktilo dersimiz vardı ve dersten önce Sabri hocamın yanına gittim. “Hocam size teşekkür etmek istiyorum” dedim. Yüzüme baktı, “Neden?”  diye sordu.   “Attığınız o tokatla bana kimseden bir farkım olmadığını hissettirdiğiniz için” yanıtını verdim. Sabri hoca bana sarıldı, ben ona sarıldım.   - “Size tokat attığım için bütün gece uyuyamadım keratalar” dedi. O okuldan çok özel öğretmenlerin, çok iyi eğitilmiş öğrencileri olarak mezun olduk. Kimimiz gazeteci, kimimiz avukat, kimimiz de başka mesleklerin sahibi olduk. Biz o sıralarda öğrendik ki önemli olan “iyi insan olmaktı”. Çünkü öğretmenlerimiz bize önce iyi insan olmayı öğretmişlerdi. Yıllar sonra Karşıyaka’da bir barda yaptığımız lise buluşmamıza Sabri hocamızı davet ettik. Sağ olsun bizi kırmadı geldi. Hayatımızda hiç unutamadığımız ve unutmak istemediğimiz o tokadı atan ellerinden öptük.  Karşılıklı kadeh tokuşturup birlikte o günleri yad ettik. Öğretmenler gününde bizleri Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği aydınlık yolda yetiştiren, önce iyi birer insan olmamız için uğraşıp didinen, bana çok özel bir hayat dersi veren başta Sabri Feran öğretmenime, matematik öğretmeni babam Muammer Gezginci’ye, yine matematik öğretmeni olan rahmetli yengem Gönül Gezginci’ye, ablam Canan Burcu Gezginci olmak üzere üzerimizde büyük emekleri olan tüm öğretmenlerimizin bu anlamlı gününü kutlarım. Dipnot: Bu satırları bilgisayarımın F klavyesi ile 10 parmak olarak hızlıca yazabiliyorsam bunu dünyanın en iyi yürekli daktilo öğretmeni Sabri Feran hocama borçluyum. O bize daktilo ile hızlı yazmayı öğretti, biz o daktilo ile hayatları yazmayı öğrendik. Deniz Gezginci denizgezginci@hotmail.com
“Mezun olduktan sonra öğretmeni ile kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir’de” demişti gazeteci büyüğüm Yılmaz Özdil. Çok haklıydı. İzmir’de öğretmeni ile karşılıklı kadeh tokuşturmayan yok gibiydi. Çünkü onlar bizim sadece öğretmenlerimiz değildi. Bazen annemiz, bazen babamız, bazen ağabeyimiz, bazen ablamız en çokta arkadaşlarımızdı. Bugün size böyle bir öğretmenden, lisedeki daktilo öğretmenim Sabri Feran ile yaşadığım küçük ama benim için anlamı büyük bir hikâyeden bahsedeceğim.

Eller temel sırada…
AKÜTAKEMİLUYŞ yazılacak…
Başla…

Yukarıdaki bu sözler Karşıyaka Anadolu İletişim Meslek Lisesi’ndeki daktilo hocamız Sabri Feran hocanın her ders başında kulaklarımıza pelesenk olmuş sözleriydi. Başla der demez daktilo sesleri bir orkestra ahengi ile tüm sınıfa yayılır, Sabri Hoca da bir orkestra şefi gibi genç gazeteci adaylarını yönetirdi. AKÜTAKEMİLYUŞ nedir diye soracak olursanız gazeteciliğe yeni başlayan öğrencilerin F klavye ile yaptıkları, tüm parmaklarını kullandıkları egzersiz kelimesiydi. İyi gazeteci olmanın yolu, Türkçe klavyeye iyi hâkim olmaktan geçerdi.

Dönelim hikayemize. Sabri Feran öğretmenimiz gençlik yıllarında futbol oynamış, İzmir’in güzide takımlarından Altay sevdalısıydı. Bir Karşıyakalı olarak, İstanbul takımlarını tutmayanlara olan sevgim Sabri hocanın Altaylı olduğunu öğrendiğimde kendisine daha da artmış, ders aralarında yaptığımız Karşıyaka – Altay muhabbetlerinin de tadına doyum olmazdı. Biz Sabri hocamızı çok sever, bilirdik ki o da bizi çok severdi. Okuldaki Beden Eğitimi öğretmenlerimizin ikisi de kadın olduğundan, önemli maçlarımızda hakemlik yapardı.

Basketbol oynamayı çok sevdiğimiz, o on dakikalık araya otuz sayı sıkıştırdığımız ve hiç bitmesini istemediğimiz teneffüs aralarından birinde nöbetçi öğretmen çok sevdiğimiz, nazımınızın da  geçtiği Sabri hocamızdı. İyi niyeti su istimal etmiş olacağız ki ilk teneffüs içeri giriş zili çalmasına rağmen biz dört arkadaş (Yanlış hatırlamıyorsam Çağdaş, Bora, Yusuf, ben) on dakikayı geçirdik. Sabri Hoca gayet kibar bir dille bizi uyardı ve zamanında içeri girmemizi söyledi. İkinci teneffüs yine geç kaldık, Sabri Hoca yine uyardı. Üçüncü teneffüste yine geç kaldık yine uyardı. Artık dördüncü teneffüs zilinde  -çokta haklı olarak- bize okkalı birer tokat patlattı.  

Dördümüz de çok şaşırmıştık. Sınıfa biraz utanç, biraz da pişmanlıkla girip kimseye bir şey söylemeden yerlerimize oturduk. Öyle tokat yemeğe çok alışık öğrenciler değildik. Yaramazdık, haylazdık ama şımarık değildik. Hele ki öğretmenlerimize bilerek saygısızlık etmezdik.

Benim için o tokadın ayrı bir önemi vardı. Babam o sıralar Karşıyaka’nın Milli Eğitim Müdürü idi ve bazen, bazı öğretmenler beni kollamaya çalışır, bazıları da inadına kafayı bana takardı. Babama öfkelenen öğretmen – ki hangimiz müdürüne zaman zaman öfkelenmiyoruz ki- öfkesini benden çıkarırdı. Dışarıdan Milli Eğitim Müdürü oğlu olmak çok güzel gözükse de bunun dezavantajlarını yaşamayan bilemezdi. Benim hiç sevmediğim, üzerime yapışmış ve üzerimde eğreti duran bir şeydi Milli Eğitim Müdürü oğlu olmak. Hatta zaman zaman okullarda öğretmenlerin sorduğu geleneksel “Annen – Baban ne iş yapıyor?” sorusuna, “Annem ev hanımı, babam matematik öğretmeni” der geçerdim.

Dedim ya o tokadın benim için anlamı büyüktü diye. Ertesi günü yine daktilo dersimiz vardı ve dersten önce Sabri hocamın yanına gittim.

  • “Hocam size teşekkür etmek istiyorum” dedim.
  • Yüzüme baktı, “Neden?”  diye sordu.  
  • “Attığınız o tokatla bana kimseden bir farkım olmadığını hissettirdiğiniz için” yanıtını verdim.

Sabri hoca bana sarıldı, ben ona sarıldım.  

- “Size tokat attığım için bütün gece uyuyamadım keratalar” dedi.

O okuldan çok özel öğretmenlerin, çok iyi eğitilmiş öğrencileri olarak mezun olduk. Kimimiz gazeteci, kimimiz avukat, kimimiz de başka mesleklerin sahibi olduk. Biz o sıralarda öğrendik ki önemli olan “iyi insan olmaktı”. Çünkü öğretmenlerimiz bize önce iyi insan olmayı öğretmişlerdi.

Yıllar sonra Karşıyaka’da bir barda yaptığımız lise buluşmamıza Sabri hocamızı davet ettik. Sağ olsun bizi kırmadı geldi. Hayatımızda hiç unutamadığımız ve unutmak istemediğimiz o tokadı atan ellerinden öptük.  Karşılıklı kadeh tokuşturup birlikte o günleri yad ettik.

Öğretmenler gününde bizleri Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği aydınlık yolda yetiştiren, önce iyi birer insan olmamız için uğraşıp didinen, bana çok özel bir hayat dersi veren başta Sabri Feran öğretmenime, matematik öğretmeni babam Muammer Gezginci’ye, yine matematik öğretmeni olan rahmetli yengem Gönül Gezginci’ye, ablam Canan Burcu Gezginci olmak üzere üzerimizde büyük emekleri olan tüm öğretmenlerimizin bu anlamlı gününü kutlarım.

Dipnot: Bu satırları bilgisayarımın F klavyesi ile 10 parmak olarak hızlıca yazabiliyorsam bunu dünyanın en iyi yürekli daktilo öğretmeni Sabri Feran hocama borçluyum. O bize daktilo ile hızlı yazmayı öğretti, biz o daktilo ile hayatları yazmayı öğrendik.

Deniz Gezginci
denizgezginci@hotmail.com

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve munihinsesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.