MÜNİHTE İLKLERİN ADAMI: REMZİ YAZGAN
MÜNİHTE İLKLERİN ADAMI: REMZİ YAZGAN
Remzi Yazgan Münihte ilk sendikacı, ilk dernek kurucusu, ilk yabancılar meclisi üyesi. İş hayatına bir zenginin yanında davar güderek başlayan Remzi Yazganın yolu bir gün Münihe düşmüş ve hayatı tepeden tırnağa değişmiş. Çok istediği mühendislik okulu için gerekli olan 1500 TLyi kazanmak için sadece bir yıllığına Münihe gelen ve o parayı bir türlü denkleştiremeyen, belki denkleştirse bile sanayileşmemiş bir ülkede yaşamanın lüksünü hmeye başladığı için dönemeyecek olan Remzi Yazgan ile yaptığımız söyleşide hem bir göç hikayesine hem de başarı hikayesine tanık olacaksınız. Röportajın sonunda ise neden kendisine Münihte ilklerin adamı dediğimizi daha net anlayacaksınız.
Deniz GEZGİNCİ: Remzi Yazgan kimdir öncelikle sizi tanıyabilir miyiz ?
Remzi YAZGAN: Gümüşhane’nin Teke köyünde doğan beş çocuklu aileden biriyim. Ne yazık ki babamı iki yaşında kaybetmişim. O nedenle babamı hiç tanımadım. 10 yaşında okula başladım ama diploma vermediler. 13 yaşında kuran kursuna gittim ve hafız olmak için çalıştım. Orada hoca beni falakaya yatırınca kurstan ayrıldım. Bir zenginin yanında işe girdim. Bir yandan onların davarlarını güdüyor bir yandan da ortaokula gidiyordum. Daha sonra Sanat Enstitüsü’ne gittim. Onu da bitirdikten sonra İstanbul’a inşaatçı olan ağabeylerimin yanına göç ettim. İlk göçü de orada yaşamış oldum. Orada akşam tekniker okuluna devam ettim. Karayollarında tornacı olarak çalıştım. 1963 yılında yedek subay olarak Karabük’a tayin edildim. Askerliğimi bitirdikten sonra 1966 yılının Mart ayında Münih’e geldim.
Deniz GEZGİNCİ: Münih’e geliş serüveniniz nasıl oldu ?
Remzi YAZGAN: Sanat Enstitüsünü bitirdiğimiz zaman iki okula devam ediyorduk. Birisi Yıldız Teknik diğeri de Teknik öğretmen okulu. Çalışmam gerektiği için gündüz okuma imkanım yoktu. Türkiye’de ilk defa özel bir mühendislik okulu açıldı. O okul için 1500 TL para gerekiyordu. Almanya’ya gideyim, bu parayı bir yıl içerisinde kazanayım sonra gelip bu mühendislik okuluna kayıt olayım ve mühendis olayım niyetiyle Münih’e geldim. Ama geliş o geliş. Buraya gelip buranın hayatını görüp tanıdıktan sonra da geriye dönemedik. Artık ne zaman döneriz bilemiyorum.
Deniz GEZGİNCİ: Buraya geldiğiniz ilk günü hatırlıyor musunuz ?
Remzi YAZGAN: 18 Mart günü bir akşam üzeri İstanbul Sirkeci’den trenle yola çıktık ve üç günlük bir yolculuğun ardından 21 Mart 1966 günü sabahı Münih’e geldik. Bizi trenden indirdiler ve kahve ikram ettiler. BMW’nin personel işleri müdürü bizi özel olarak Türkiye’ye gelip seçtiği için bize burada 185 kişilik özel bir yer ayrılmıştı. Kahvelerimizi içtikten sonra personel şefi bizi işçi lojmanına götürdü. Orada bizi odalarımıza dağıttılar. Zaten ellerimizde sadece bir tane bavul vardı ve onun içerisinde bir pantolon iki gömlek bulunuyordu. O nedenle yerleşmemiz de çok zor olmadı. Ertesi gün yani 22 Mart tarihinde de bizi alıp çalıştığımız fabrikaya götürdüler. Böylece BMW otomobil firmasında işe başlamış oldum.
Deniz GEZGİNCİ: Farklı bir kültür, farklı bir dil, farklı bir iş. Ne tür zorluklar çektiniz ?
Remzi YAZGAN: Bizim bir şansımız vardı o da bizden evvel 1963 yılında BMW’ye gelen bir grup vardı. O grup üç yıllık sürede Almancayı biraz öğrenmişti. Biz onlardan yararlandık. Sonradan BMW bizim hem mesai ücretimizi ödedi hem de bizleri kursa gönderdi. Böylece Almancayı kavramaya çalıştık. Beni döşeme kısmına vermişlerdi. Lüks otomobillerin oturduğumuz döşemeleri çekme işindeydim. Ellerim patlıyordu. Sabahları ellerimi sıcak suyun altına koyuyordum ancak öyle açılıyordu. Orada iki yıl mesleğimle alakası olmayan bir iş yaptım ve çok zorluklar çektim.
Deniz GEZGİNCİ: Belli bir para kazanıp geri dönmeyi düşündüğünüzü söylediniz. Hala buradasınız, neden geri dönmediniz ?
Remzi YAZGAN: Parayı kazanamadık. O 1500 TL’yi biriktiremedim ya da öyle düşündüm. Çünkü buraya geldiğimizde bizde gençtik. Buranın yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışıyorduk. Geziyorduk, tozuyorduk, yeni çıkan kıyafetleri alıyorduk. Buranın hayatının daha başka olduğunu keşfetmeye başladık. Endüstri ülkesinin imkanlarını gördük. Belki düşündüğüm parayı kazanmış olsaydım yine dönmeyecektim çünkü sanayileşmiş bir ülke ile sanayileşmemiş bir ülkede yaşamanın lüksünü hmeye başlamıştık. Burada çok zahmet çekmemize rağmen daha özgür yaşıyorduk. O nedenle ki gelenlerin %90’a yakını burada kaldı.
Deniz GEZGİNCİ: Buraya uyum sağladıktan sonra çok aktif çalıştığınızı biliyorum. Münih’te sosyal faaliyet olarak neler yaptınız ?
Remzi YAZGAN: Türkiye’de Karayollarında çalışırken o zaman ki adı Karayolları İşçi Sendikası şimdiki adı Yol-İŞ’in kuruluş aşamasında ağabeylerim vardı. Bende henüz 18-19 yaşındayken o sendika çalışmalarına katılıyordum. İstinye’de Cabel Kablo fabrikası vardı ve Cumhuriyet tarihinin ilk grevi orada yapılıyordu. Biz de oraya gece ekmek taşıyorduk. Sosyal bilincimin ilk temeli orada atılmış oldu. Buraya gelince “burada sendika var mı ?” diye sordum. Sendika var dediler ama Türklerden hiç kimse üye olmamış. Sendikaya gidip üye oldum. Türkler temsilci seçebiliyor mu ? diye sorduğumda ise seçebildiklerini ama iş yeri temsilcisi seçemedikleri cevabını aldım. Üç arkadaş bir araya gelip sendika temsilcisi seçmek istiyoruz diye bildiri yayınladık. Herkes bize kendi kendinize ne iş yapıyorsunuz diye kızdı. Kendi aramızda seçimler yaptık ve karton kutularda oy kullandık. O günkü seçimde sandıktan biz çıktık ve ben sendika temsilcisi oldum. Burada ki ilk sendikal hareketim öyle başladı. Emekli oluncaya kadar da hep sendika temsilcisi kaldım.
Deniz GEZGİNCİ: Dernek faaliyetleriniz hakkında bilgi alabilir miyim ?
Remzi YAZGAN: 1968 yılında ehliyet aldım. Orada tanıştığım bir arkadaşım tercümanlık yapıyordu. O’nun vesilesi ile öğrenci birliğine kayıt olduk. İlk dernekçilik faaliyetlerime orada başladım. Daha sonra 1968 yılına Münih Türk Kültür Birliği adında bir dernek kuruldu ve Almanya çapında federasyona dönüştü. Münih’in sol kesimi oraya gelir ve çalışmalarını orada sürdürürlerdi. Sonradan dernekçilik faaliyetleri çoğaldı. Daha sonraları şuan kırkıncı yılına yaklaşacak olan Halk Derneği’ni kurduk. Önceleri ismi Halkçı Devrimci Birliği idi. CHP’den esinlenerek bu ismi vermiştik. Daha sonra Bavyera Türk Toplumu derneğini kurduk. Sendikal komitelerde çalışmalarımız oldu. Örneğin bugünkü emekliler yasasının çıkması için uğraştık ve 3201 sayılı yasayı çıkarttırdık. Normal iş hayatımızdan arda kalan bütün zamanımızı da derneklere harcadık.
Deniz GEZGİNCİ: Şuan Münih’te bir çok dernek bulunuyor. Sizce bu derneklerin hepsi amacına hizmet ediyor mu ?
Remzi YAZGAN: Muhakkak ki çoğu amacına hizmet etmiyor çünkü amaçlarını bilmiyorlar. Türkiye’de sanayi toplumu olmadığı için örgütlenmeyi bilmiyorduk. Dernekçiliği de örgütlenmeyi de burada öğrendik. Burada öğrenince de bazı şeyleri birbirine karıştırdık. Örneğin sanat severler derneği bir tane olur ve eğer sanata merakınız varsa gider oraya üye olursunuz. Ancak burada üç beş kişi bir araya gelip, ben de görüleyim, ben de ön plana çıkayım diye dernek kurar oldu. Hatta sadece konsolosun elini sıkmak için burada dernek kuran oldu.
Deniz GEZGİNCİ: Yabancılar meclisi üyeliğindeki çalışmalarınız hakkında bilgiler verir misiniz ?
Remzi YAZGAN: Sosyal çalışmalarım devam ederken artık bir şeylerin yetmediğini htim. Yönetime, belediyeye, hükümete dertlerimizi anlatmamız gerekiyordu. Burada muhatap olarak alınmıyorduk. Dedik ki yabancılar burada resmi kurumlarını kursunlar ve belediye ile diyalog kursunlar, belediyeye isteklerini dile getirsinler. Almanya’nın büyük şehirlerinde böyle örgütler kurulması akla geldi. Kurulduktan sonra üyelerini kim seçecek ? Sendika ve işçi temsilcilerinin seçmesine karar verildi ve tüzüğe konuldu. Kendi listemizi yaptık ve biz seçildik. Dört yıldan sonra o seçmeyi de kaldırdılar ve atama yoluyla yaptılar. Yabancılar meclisine seçilince zannettik ki bizim sorunlarımız çözülecek ancak çözülmedi. Bugün yabancılar meclisine ihtiyaç var mı diye soracak olursanız yok derim.
Deniz GEZGİNCİ: Münihte sizin zamanınızda ki sosyal yaşam ile şimdiki arasında bir fark görebiliyor musunuz ?
Remzi YAZGAN: Sosyal yaşam olarak biz geldiğimizde daha iyiydik. En azından tam olarak Türkiye’den kopmamıştık. Türkiye için bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Şimdiki nesiller yavaş yavaş Türkiye ile bağlarını koparıyor. Sosyal güç olarak daha çok din ağırlıklı bir eksen oluştu ve bizim geldiğimiz zaman böyle değildi. Bir tane dini cemaat vardı isteyen gidiyordu orada ibadetini yapıyordu. Şimdi baktığınız zaman sadece benim bildiğim beş ayrı mescit var. Hepsinin belirli bir islami anlayışı var ve ona göre davranıyorlar. Bu da bizi sosyal bakımdan daha da geriye götürdü diye düşünüyorum. Çünkü kendi sorunlarımızla ilgilenmemeye başladık. Maddi olarak belki uyum sağladık ama sanayii toplumunun gerektirdiklerini yapamadık.
Deniz GEZGİNCİ: Peki sizce burada Türkler olarak birlik olabiliyor muyuz ?
Remzi YAZGAN: Birlik olamıyoruz. Bunun nedenini de bizde tam olarak ulusal bilincin gelişmemiş olmasına bağlıyorum. Türküz diyoruz, onun için kavga ediyoruz ama bir araya gelip de Türk azınlığının sesi olabilecek siyasi bir örgütü yaratamadık. Belki bu durumu sosyologların ayrı olarak incelemesi gerekiyor. Bırakın bir araya gelmeyi burada Türkler gittikçe daha çok dağılıyorlar. Tabii burada devlet politikaları da etkili. Hem Alman hem Türk devlet politikaları bir araya gelmemizi istemiyorlar. Alman devleti istemiyor çünkü bunlar sosyal bir güç olabilirler ve bize daha çok kafa tutabilirler diye korkuyorlar. Türkiye’de istemiyor çünkü geri dönersek uyanmış bir şekilde döneceğimizi biliyorlar. Mesela burada konsolosluk kanalı ile Halk Evi kurmak istedik bunu bile kuramadılar. Buradaki dağınıklığımızın nedenini devletimizin ürkek yapısından kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Deniz GEZGİNCİ: Şimdiki gençler Türkiye sorunlarından uzak mı ?
Remzi YAZGAN: Bana göre kültür değişken bir şey. Türk kültürü Gümüşhane’de başkadır, İstanbul’da başkadır. Örneğin Gümüşhane’de kalsaydım daha mı iyi olurdu yoksa burada yeni bir kültürle, sanayi toplumu ile tanıştım. Acaba bu kültür mü daha iyi ? Bizi birleştiren çağdaşlık, uygarlıktır. Bizim gençlerimiz bizden daha iyi bu topluma entegre oluyorlar. Bu topluma entegre olmak demek buranın kültürünü olduğu gibi almak demek değil, yeni bir kültür yaratıyorlar. Gençlerimiz yeni bir çağ açıyorlar ve Avrupa ile birleşiyorlar.
Deniz GEZGİNCİ: Bu söyleşiyi “Göç Tarihi Müzesi”nde gerçekleştiriyoruz ve sizin de burada bir yeriniz var. Bu müzeyi nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Remzi YAZGAN: Müze bizim geleceğimiz. Eğer bu müze biz geldiğimiz zaman kurulmuş olsaydı şuan tamamen kurumsallaşmış olurdu. Ne yazık ki bizim müze ve arşiv bilincimiz de yoktu. Elimizdekileri de tesadüfen biriktiriyorduk. Ancak şuan çok güzel bir şey yapılıyor. Göçün bir müzesi olacak ve beş yüz yıl sonra da ayakta kalacak. Herkesin buraya katkıda bulunması lazım. Ümit ederim ki başarılır ve yeni nesle ışık tutar.
Deniz GEZGİNCİ: Size bir soru soracağım ancak iki tane cevap isteyeceğim. Geçmişe baktığınız zaman Münih’e gelmekle ilgili “keşke” ya da “iyi ki “ dediğiniz şeyler var mı ?
Remzi YAZGAN: Münih’e gelmiş olmaktan memnunum. Burayı sevdim. İyi ki Münih’e gelmişim. Keşke Türkiye’de tahsilimi tamamlayabilseydim. Orada kalsaydım tahsilimi tamamlayabilirdim. O da benim içimde bir uhdedir ama illa Türkiye’de kalmalıydım diyebileceğim bir keşkem olmadı. İyi ki de buraya gelmişim. Avrupa kültürünü tanımışım. Belki memleketimde kalsaydım öylece yerimde saymış olacaktım ya da siyasi bir kurşuna kurban gidecektim.
munihinsesi.com / özel
FacebookSayfa➤ /munihinsesi
Instagram➤ /munihinsesi
FacebookGrup➤ /groups/munihteyasayanturkler
Youtube ➤ /munihinsesi
WhatsAppGrup ➤ +905368638699
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.